HAYÂLDEN HAKÎKATE ...
Bugün, her zamankinden daha farklı bir hâl yaşayayım dedim - ki, fazlasıyla da yaşıyorum- ve 'hayâle dalıp' düşündüm... Gülmeyiniz!..Ben de biliyorum ki; hayâl denilen şey zâten düşünmenin de başlangıcıdır!.. İkisi, el ele, başbaşa, gönül gönüle yol alırlar!..
İçimde öylesine bir sıkıntı/çatışma/çekişme/boğuşma/alıp başını gitme/didişme/haykırış/ürperiş/sancı/hafakan...var ki, sormayın!..Bunu, hiçbir 'hayâl' in dar kalıbıyla ifade edemem!..
O zaman şöyle diyeyim: Şu anda, hakîkate yürümeye çalışan bir hayâle daldım!..Nerelere uğrayıp, nereye varacağımı kestirmem de mümkün değil!..Aklım devreye girip de, muhakeme ve murakabeyi sağlayabilirse o başka!..
Yalanı, en hâlis hakîkat ve en hâlis hakîkati de yalan olarak takdîm eden lâf cambazlarına sakın iltifat etmeyiniz!..
Hânelerimiz, sokaklarımız, meydanlarımız gül bahçesi olması gerekirken , onları, harp sahnesi telâkkî eden merhametsiz teröristlere/kaatillere/cânilere iltifat etmeyiniz !..
Teröristleri/kaatilleri/cânileri yakalamayı ve cezâlandırmayı sağlayamamış veya ihmâl etmiş salâhiyet ve mes'uliyet sâhibi her kim var ise, onlara iltifat etmeyiniz!..
Terörün sebep olduğu yıkımlara yol açan /yol veren ve sessiz duranlara iltifat etmeyiniz!..
Sessiz durup, bu câni sürülerine mânî olmayanların, katliamların ardından: "Lânetliyoruz!..", "Kınıyoruz!..", "Terörün son çırpınışları!...", "Bizim gelişmemizi istemeyen şer odakları!.." , "Kimsenin kanı yerde kalmayacak!..", "Terör dize getirilecek!..", "Yeni tedbirler alacağız..."gibi havanda su döven ve havaya söylenen boş lâflarına iltifat etmeyiniz!..Tatbikat isteyiniz, tatbikat!..
Niçin mi? Çünkü, her deyişin ardından on-yirmi-otuz ve hattâ yüze kadar cana kıyıldığına şâhidiz!..Peki; bunca canın, Devlet salâhiyetlisini ve mes'ulünü bulabiliyor muyuz?
Hani; ibretli ve hikmetli bir söz vardı da, Âkif, onu, "Kocakarı İle Ömer" başlıklı şiirinde şöyle sunmuştu:
"Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-ı İlâhî sorar Ömer'den onu!"
(Bknz: Safahat, Dokuzuncu basım, İstanbul 1974, Sf. 97)
Bundan kırk dört sene önce, Dicle kenarındaki bu şehirde /Diyarbakır'da hizmet yaptım. Minârelerinden mübârek ezânlar, gönderlerinden de şanlı Türk bayrağı bir an olsun hiç eksik olmamıştı...Oraları hayâl ettim ve dedim ki, "koyun" ne hâlde, "kurt" ne yapıyor ve en vahimi 'Ömer' nerede? Hayâl bu!..Hayâl!..Hayâl!..
Daha önce de yazdım. Dedim ki: "Bu kaçıncı "kınama", bu kaçıncı "lânetleme", bu kaçıncı "ortak mücâdele talebi", bu kaçıncı "icraata geçmenin zamanıdır"; bu kaçıncı "çok üzücü bir olaydır"...deyiştir?" (Bknz: M. Hâlistin Kukul, Teröre Lütfen Demek, Denge Gazetesi, 08 Ağustos 2015, Sf. 11)
Bilirsiniz ki, türlü türlü mâceraperet ve menfaatperest vardır; bunların yekûnunun özünde riyâkârlık yatmaktadır. Bi'l-umûm riyâkârların ve riyâkârlıkların karşısında dimdik durunuz!..Hiçbirine kanmayınız, inanmayınız, güvenmeyiniz!..
Balcılar vardır...Bildiğimiz arı'nın yaptığı balı satanlar değil de yağcı balcılar...Onlar; güllerin dikenlerini, başkalarını maşa olarak kullanarak koparttırırlar da insanın başına bin bir belâ musallat ederler...Fakat ne çâre ki, bunların çoğu asalak; maşaların çoğu da salaktırlar.. . O asalaklar, bu salaklardan geçinirler...Ne asalaklara ve ne de salaklara yakın durunuz!..
Türlü türlü de kalpazanlar vardır...Kalpazanlara dâimâ tereddüt, endîşe ve zan ile bakınız ve azanlarından da, kızanlarından da, yazanlarından da uzak durunuz!..
Dünya yıkılsa, çuvaldızı değil, iğneyi bile kendine dokundurmak istemeyen konfor ehli -belki de ehl-i keyif demeliydim- hîlekârlar vardır...Kendilerini öyle mûteber gösterirler ki, onlar hakkında, her an yanılgıya düşebilirsiniz!...Bunlar, karşılarındakilere zerrece değer vermezler, tepeden bakarlar...Onlara ne güveniniz, ne de bir ümit olarak onlardan bir şey bekleyiniz!..
Memleketimizin en hazîn ve en fecî zamanlarında bile, birbirlerine hakaret yağdırmaktan usanmayan, en galîz lâfları bile gözlerimizin içine baka baka söylemekten imtinâ etmeyen ve fakat, taraftarlarına, dürüstlüğün, nezâketin, hilm'in, huzurun ve barışın yegâne temsilcilerinin kendileri olduğunu ballandıra ballandıra anlatan sürü sürü zevattan mukallitlerimiz vardır!..Kimi makam sâhibi, kimi mal sâhibidir!..Sen, adâlet sâhibinin yanına koş ki, dünyada da huzûr-ı ilâhîde de mahcup olmayasın!..
Demeyiniz ki, onlar, ancak, bir elin parmakları kadardır!..Biliniz ki, onlar, tıpkı içki gibidirler ve azı da zararlı, çoğu da zararlıdır!..
Demogoglar vardır!...Polemikçiler vardır!...Reyi alacakları zaman baştâcı yaptıklarına; işleri hâllolunca, 'işbirlikçi', 'maşa', 'eşyâ', 'piyon' , "yarım akıllı" derler. Bunlara da aldanan, o kadar çok mâsûm ve mazlûm insan vardır ki, bunlara da acıyınız, gaflette olanlara da duâda bulununuz ki, gafletleri hıyânete dönüşmesin!..
Fakat ihânet hâlleri sürünce de...Onları da, Allahü teâlâya havâle ediniz!..
Durmadan, 'memleket memleket' ve hattâ 'toprak toprak' deyip de, gözlerini, toprağın dolduramadıkları da vardır...Bu toprağın 'vatan' olduğunu bir türlü kavrayamayan bu sırtlanların sırtındaki ihânet kamburunu bir an önce kaldırın ki, memleket de, toprak da vatan da kurtulsun!..Memleket memleketliğini, toprak topraklığını, vatan da vatanlığını bilebilsin!..
Bu zamanlarda; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatan toprakları kaybedilmiş mi idi ki; "Yediyüz seksen bin kilometre kare"lik "Bu toprakları yeniden vatan yapabilmek için" "şehitler veriyoruz" demenin rehaveti yaşanmıştır!..
Üzüntüyle söylemeliyim ki; birbirlerine muarız olmaktan gayrı bir iş beceremeyen, birbirlerinin yanına gelemeyen ve fikir üretemeyen siyâsî partilerimiz, rengârenk gazetelerimiz, her türlü söz-ebeliğine ve 'açıklığa' açık ekranlarımız var!..Yanılttıklarının binde birleri kadar doğruyu telkinde bulunabilseler, cemiyet âhengi bugünkünün bin misli yükseğinde şahlanırdı...
Ve yine; sâdece tirajla büyük olunacağını sanan gazeteler, sâdece çok seyredilmekle önde olunacağını düşünen televizyon kanalları ve sâdece çok 'rey almak'la 'adâlet' temsilcisi olduğunu sanan siyâsî partilerimiz ve siyâset adamlarımız bulundukça, bir arpa boyu mesâfe alabilmemiz çok zordur!..
Maalesef, bu noktadayız!..
Nezâket, hoşgörü, muhabbet, müşâvere, hürmet...'gösteriş malzemesi' olduğu müddetçe, bütün çırpınışlar nâfiledir.
Dâvâ mı/fikir mi/ülkü mü yoksa para mı dendiği zaman, paranın câzibesinin daha önde olduğunun şâhidi bulunduğumuz zamanımızda, 'kitap'daki/okuma'daki kalite artırımından söz etmenin faydalı olmayacağı kanaatini taşıyorum.
Milliyetçi, muhafazakâr, siyâsî İslâmcı, liberal, marksist, ateist...her cephenin önünde yürüyenleri de var!.. Bakın ki, kim, hangisinden, ne kadar müspet bir hisse kapmış da insanlık adına cemiyete bir şeyler sunabilmiş!..
Benliklere yalakalık nüfûz etmiş, ortalığı olabildiğince para hırsı/ maddîyatçılık ihâta etmiş/sarmış ise, zihinlerde ve gönüllerde dünyâ aşkı heves ve coşkusu yaşanmaya başlanmış ise; ve cemiyetimiz, mânevî değerlerden, kültürden, san'attan, şiirden mahrûmiyette ise, incelik, zarâfet, hoşgörü, muhabbet ve tevâzû da, ne yazık ki, silinmeye yüz tutmuş demektir!..
Türk milletine iftira ederek ödül kazananların erkân-ı devlet tarafından taltif edildiği, kiminin heykelinin dikildiği, kiminin adına tesis açıldığı... romancımız(!), türkücümüz(!), artistimiz(!) ve siyâsetçilerimiz(!) öne çıkarılıyorsa ve Stalin hayranı, Mayakovski mukallidi şâirimize(!) rağbet telkin ediliyorsa...Tepemize, nice pîr olmayan pîrler ve önümüze, kanımızı emmek için masûm görünümlü tatlı dilli nice vampirler çıkacaktır!..
İnsanımız, hiç, bu kadar şaşkınlık, bu kadar kararsızlık ve bu kadar aldatılmışlık yaşamış mıdır, onu da bilemiyorum!..Sâdece hayâl ediyorum o kadar!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.