HOCALI'DA TÜRK KATLİÂMI
Oğuz'un altın nesli'nin yaşadıklarını, târih boyunca kim, hangi millet yaşadı?
Oğuz neslinin târihini çıkarınız, geriye tâlihsiz bir târihten başka ne kalır dünyada!..
"Daha deniz daha muran
Gün tuğ olsun gök kurikan"
(muran=nehir; Gün=Güneş; Kurikan= çadır)
Dendiği, tahayyülümüzün ufuklarını zorladığı zamandan beri, bütün kâfir âlemi üzerine yürüdü de, o bir adım geri atmadı.
Atmadı ammâ...Geldiğimiz/durduğumuz/kaldığımız zamanda, ülküleri mi yavaşlayıp durgunlaştı, birlik ruhunda, muhabbetinde ve aşkında, ezilmeler -büzülmeler- çatlamalar mı oldu da, başına olmadık sıkıntılar geldi?.. Düşünmemiz lâzımdır!..
Kaatiller sürülerinin üzerimize geleceği, niçin, iyiden iyiye hesap edilmedi, niçin kenetlenilmedi, niçin karagünlerin çilesi düşünülmedi, niçin güç birliği yapılmadı(?)!..Niçin?..
Ve bundan tam yirmi beş yıl önce 25 Şubat'ı 26 Şubat'a bağlayan geceye gelindiğinde...
Türklük âlemi olarak, öyle bir gece yaşadık ki, gördüklerimize, duyduklarımıza inanmadık/inanamadık!..
Niçin'ini, hâlâ da -ciddî olarak- idrâk ettiğimizi sanmıyorum!..Hâlâ, lay-lay-lom'dayız!..Hâlâ, banane'deyiz, sanane'deyiz!..
Bilinmedi ki; gaflet ile, dâvâya inanmak ve onu sâhiplenmek arasındaki mesâfenin hududu yoktur...
Nasıl oldu? dedik. Niçin oldu? dedik. Olamaz! dedik. Olmamalıydı! dedik. Olabilirliklerin hiçbirini hesaba katmadık, katamadık...Ka-ta-mı-yo-ruuzzz!..Bu gidişle de, ka-ta-ma-ya-ca-ğıızzz!..
Etrafımıza baktık; onların hiçbiri, zâten bu katliâmı/soykırımı/vahşeti ne sezdiler, ne gördüler, ne de duydular!!! Ve asla ve asla ve kat'iyyen sezmeyecekler, görmeyecekler ve duymayacaklardır!.. Bu noktada, hiçbir istihbarat bilgileri de onlara ulaşmış değildir!..Dünyâ bu!..Sâdece...
"Böyle bir vak'a oldu mu?"yu, kıskıs gülerek karşıladılar, o kadar!..
Bu katliâm, bu vahşet gecesinden, 1992 yılının 25 Şubat'ını 26 Şubatı'na bağlayan geceden söz ediyorum!..Kaatillerine susulduğu, Türk'e kin kusulduğu ve kan kusturulduğu geceden...
Rus - Ermeni işbirliğinin ve cihân suskunluğunun, Hocalı'yı kan gölüne çevirdiği geceden!..
Ne yazık ki, çok evvelinden hazırlıklar yapılmış...Kara yolları tutulup kapatılmış, havayolu ulaşımı durdurulmuş, suları ve elektrikleri kesilmiş, hiçbir müdafaa gücü olmayan bir diyâra Rus motorize alayına mensup tankların, topların, zırhlı araçlarının desteklediği Ermeni çetecileri elini kolunu sallayarak girmiş, kalleşçe, o güzelim mekânları yerlebir etmiş , mâsûm ve mazlum insanları çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden katletmişlerdir. İşte, o soykırımı gecesi, bu gecedir!..
Bu gece; 25 Temmuz 1990 târihinde yayınlanan bir kanunla, Dağlık Karabağ'da, av tüfekleri dâhil her türlü silâhın toplanmasından sonra hazırlanan p(i)ânın uygulamaya koyulduğu gecedir!.. Hâinlerce, hâin p(i)lânların tatbik edildiği gecedir!..
Sağır dünyânın hiçbir şey duymadığı...Dilsiz dünyânın hiç konuşamadığı..Kör dünyanın hiçbir şey görmediği...İz'ansız dünyanın hiçbir şey idrâk etmediği...Merhametsiz dünyânın hiçbir acı hissetmediği...Kaatil zihniyetlerin ve zihniyetlilerin hiç kıpırdamadığı, kımıldamadığı gecedir!..
Bu katliâma, bu soykırıma, bu vahşete susuldu.. .
Resmî rakamlara göre, vahim tablo şöyledir: 63 çocuk, 106 kadın ve 70 ihtiyar olmak üzere 613 kişi katledildi. 1275 mâsûm kişi rehin alındı. 487 mâsûm kişi sakat kaldı. 68'i kadın, 28'i çocuk olmak üzere 150 kişi bulunamadı yâni kayboldu!..Hâlâ da kayıp!..
Bu ayıp, bu çağın insanlığına yeter de artar bile!..
Ve tabiî ki...Ve elbette ki, sözün çoğu kendimizedir!..Bu da bilinmelidir!..
Önce siz; ey koskocaman üç yüz milyonluk Türk Dünyâsı'nın herbir kişisi!..Siz...Târihin, sizi taşıdığı bugünün hakkını niçin vermiyor ve şanlı ecdâdın sesini niçin gönüllerde hissedemiyor, şuûrlarınızda niçin canlandıramıyorsunuz?
Önce siz..Türkiye Türklüğü, Azerbaycan Türklüğü, Özbekistan Türklüğü, Kırgızistan Türklüğü, Kazakistan Türklüğü, Kerkük Türklüğü, Türkmenistan Türklüğü, Doğu Türkistan Türklüğü , Kırım Türklüğü , Balkan Türklüğü, bi'l-umûm Türk dostları ve bilhassa hür olan Türk Dünyası'nın mensupları...târihin hakkını verdiğinizi düşünebiliyor ve soydaşlarınız zulüm altındayken huzurla uyuyabiliyor musunuz?
Ve siz; hazır bulduğunuz vatan coğrafyalarında, birbirinizle didişmekten vakit ayırıp, büyük Türk birliğinin sağlanması için hangi gayreti gösterdiniz de ecnebîlerin hücûmlarını birinci derecede suçlu addediyorsunuz? Caydırıcı hamleniz veya tavrınız ne oldu, söyler misiniz?
Dünyanın her mazlum, mâsûm ve mağdur insanın yanında olması gereken biz, niçin bu kadar rehâvet içindeyiz, söyler misiniz? Biz ki, Amerika'daki zenciden, Afrika'daki, Hindistan'daki aç ve sefîl insanlara kadar her mağdurun yakınında ve yanında olmayı vazîfe kabûl eden bir idrâkin mensuplarıyız, kendimize karşı niçin bu kadar gözükapalı olmuşuz, söyler misiniz?
Üç yüz milyonluk Türk milleti, dünyaya sesini haykırıp da, "Hocalı'da yapılan zulümler, katliâmlar, soykırım değilse, hangileri soykırım olabilir, sizler nasıl insanlarsınız ki, eli kolu bağlı mâsûm insanlara merhamet hissetmemeniz bir yana, onları katledenleri kınamaktan bile acizsiniz!" demiyor/ diyemiyor ve sesinizi duyuramıyorsunuz?.. Bu, nasıl siyâsettir?
O hâlde...Ve milyon defa o hâlde, birbirinize bağırıp çağırmanın ne hükmü var, söyler misiniz?
Siz böyle olunca, elbette ki, dün, karşımıza büyük ittifaklarla dikilen her türlü şer cephesi bugün de asla durmayacaktır. Bundan tabiî ne olabilir ki!..
Bir gün Çanakkale'de döktükleri Türk kanını, bir başka zaman Kırım'da, bir başka zaman Balkanlar'da, bir başka zaman Azerbaycan Hocalı'da, Kerkük'te, Halep'te akıtmaktan ve birbirlerinin yaptıklarına sessiz kalmaktan geri durmayacaklardır.
Basit üst, basit iç siyâset hesaplarının ve çekişmelerinin bizi taşıdığı yer, maalesef, hâkim değil, geri duran, çekingen, mahkûm bir tavırdır. Atılan tafraların hiçbir netîce vermediği ortadadır.
Ve elbette ki, insan haklarından ve demokrasinin fazîletlerinden dem vuran Avrupa'nın bil-cümle milletlerini, Amerika'nın her çeşitten halklarını, cihânın bi'l-umûm insanlarının başındaki her türlü mel'anete karşıyım diyen âciz ve yalancı zevâtı...hâlâ bu sözlerini söylemekte ısrarlı olan herkesi, bu soykırımın teşvikçisi ve destekçisi olarak görüyorum. Sanmıyorum ki, onların hiçbiri, gözlerini dört açarak mes'eleleri görmeye çalışacaklardır. Asla!..
Fakat, her şeye rağmen, merhamet kelimesinin yakınından bile geçmeyenleri ve bu insan hak ve hürriyetlerinin birinci derecede müdafiî görünümündekileri, bir gün değil, bir ân olsun kendilerini fakîrlerin, mağdurların, zulme uğrayanların, katledilenlerin yerine koyup, hani son zamanlarda çok kullanılan tâbirle söyleyeyim, biraz olsun 'empati" yapmaya dâvet ediyorum.
Soykırımı; zevkle, keyifle anlatan, doktor ünvanına sâhip Zori Balayan adlı bir kaatilin peşinden gidenleri, bu salâhiyet sâhipleri başta olmak üzere, insaniyet adına şiddetle kınamak değil, lânetliyorum.
Hocalı katliâmına bizzat katılan, doktor ünvanlı Zori Balayan adlı kaatilin 1996 yılında yayınladığı Ruhumuzun Canlanması adlı kitabındaki dehşet verici cümleler, insanlığın yüzkarası olarak utanç vesîkasıdır. Bir insan, bu fiili işler mi? Bir insan, alçakça işlediği bir fiili, bu kadar soğukkanlılıkla nasıl anlatabilir?
"Biz Hacatur’la ele geçirdiğimiz bir eve girdiğimizde, askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğu çok ses çıkarmasın diye Hacatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini onun ağzına soktu. Daha sonra ben ensesinden ve karnından derisini soydum, sonra saat tuttum ve yedi dakika sonra Türk çocuğu kan kaybından hayatını kaybetti. Ruhum halkımın öcünü aldığı için gururluydu. Hacatur daha sonra çocuğun cesedini parçalara ayırdı ve köpeklere attı. Akşama kadar aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Biz Hocalı'yı otuz bin kişilik çirkeften temizlemeyi başardık. Daha sonra kiliseye giderek dua ettik."
Türk milletinin muhatap olduğu vaziyet budur!.. Bundan başka, bundan daha büyük ne gibi bir hâdiseyle muhatap olacağız ki, uyanacağız?!!
Her şeyden önce, kendimizi tanıyalım, kim olduğumuzun şuûruna varalım!..
Şâirler Sultânı Necip Fâzıl diyor ki: " Türk'te bozulan ancak Türk'te düzelebilir...Türk'te düzelince de her yerde düzelir ve her yeri düzeltir!.."
Bu sese kulak verelim!..
Ve yine, Bahtiyar Vahabzade'nin 'Hakkı Yok' başlıklı şiirindeki şu mısralarını zihinlerimize kazıyalım:
"Yad elinde çiğnenirken şeref şan,
Türk'ün Türk'e adavete hakkı yok!
Her işimiz başlanırken sıfırdan
Türk'ün Türk'e adâvete hakkı yok!
* * *
(...) Ne çok imiş bu toprağa göz diken
Baka baka gözümüze mil çeken.
Düşmanımız dostumuzdan çok iken
Türk'ün Türk'e adâvete hakkı yok!..
* * *
Sînesini yarmalıyız zulmetin
Bu amaca gittiğimiz yol çetin.
Her gün nice şehit veren milletin
Birbiriyle adâvete hakkı yok!"
Bilge Kağan, Orhun Kitâbeleri'nde diyor ki:
"Türk, Oğuz Beğleri, millet! İşitin! Üstte gök basma(dıy)sa, altta yer delinme(diy)se, Türk millet(i)! (Senin) ilini, töreni kimler bozdu?"
Evet; Bilge Kağan soruyor: "Kim bozdu?"
Kim? Kim? Kim?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.