Kıytırık sesler var!
Çevremizde bir yerlerde, bizim dışımızda ama bizi ilgilendiren bazı olaylar gelişir. Bu gibi durumlarda kişisel tercihim bir süre sessiz kalmaktır. Gözlem yapmak, yorum yapmaktan daha zevkli gelir bana.
Ancak bu sessizliğime dayanamayan bazı çatlak sesler çıkar. Benim dinleme anındaki yoğunluğumu bozar, aldırış etmiyorum desem de kulağımı tırmalar. Ne kadar önemsiz olurlarsa olsunlar susturasım gelir...
Şimdi, ahengimi bozan bu kıytırık sesleri, bir anımı anlatarak dinlediğim bu hoş müzikten uzaklaştırmak istiyorum...
Sene 2000... Üniversite'den yeni mezun olmuşum. Taze, tıfıl bir öğretmenim. Milli Eğitim'de değil de Özel bir kolejde diplomayı alır almaz iş bulmuşum... Laylaylom vaziyette ilk heyecanlar yaşıyorum.
Öğrencilerin keyfini sürmekteyken bir de bakmışız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gelmiş. Ne güzel!.. Sınıflar süsleniyor, skeçler hazırlanıyor, Beden Eğitimi hocaları koşturuyor. Şehrin bayram yerine okuldan gideceklerin listesi düzenleniyor. İçlerinde ben de varım. "İyi güzel" diyorum.
Ancak!.. Bayram sabahı bir şeyler oluyor ve ben alana yetişemiyorum. Ertesi gün okula gittiğimde ortalığın birbirine girdiğini, müdürün fellik fellik beni aradığını öğreniyorum. Saygıda kusur etmeksizin odasına çıktığımda, eminim bugün hala o duvarlarda çınlıyordur, bana öyle bir sesle bağırıyor ki, öğrenciler bile deprem oluyor sanıyor...
Yaşadığım utanç, hata yapmış olmanın verdiği kendine kızgınlık durumunu yok edecek cinsten bir duygu... Diğer öğretmen arkadaşların ve öğrencilerin de durumu duyması yüzünden iyice mahcup oluyorum ve bu mahcubiyetim "Bana bu şekilde nasıl bağırır, rencide edemez, kendini ne sanıyor!" söylemiyle zeytinyağlığa doğru yol alıyor.
Meslekte stajyerim... Durum karşısında yaptığım velveleye, şimdiki aklımla bakılırsa, belli ki hayatta da stajyerim...
Benim gibi bir müdürün/patronun çalışanını bu şekilde rencide edemeyeceğini, bunun bir gurur meselesi olduğunu düşünen, "bugün sana yapar, yarın bize" diyerek yanımda olan on- onbeş kişilik bir "stajyer" öğretmen arkadaş grubuyla birlikte bu "onur(!)" savaşında düşüyoruz "istifa" yollarına...
Gururluyuz, çiğnetmeyiz ya!..
Ve...
Bağlı bulunduğumuz Milli Eğitim Müdürlüğünden bize, resmi olmayan kanallardan şöyle "okkalı" cinsinden tokat gibi bir cevap geldi:
"Siz topluma ve öğrencilere karşı sorumluluğu olan, fedakarlık yemini ile işe başlayan eğitim ordusu neferlerisiniz... Ucunda ölüm olsa, dönem ortasında öğrencilerinizi bırakamaz, toplu şekilde istifa edemezsiniz. Eğer onur kırıcı bir davranışa muhatab olduysanız önce bunu niye yaşadığınızı, sonra bunu size yaşatanın yetki ve sorumluluklarının genişliği içinde, sizin yüzünüzden yaşamış olduğu onur kırıcı durumları, daha sonra da bir eğitimci olarak bu durumu insani şekilde düzeltme yollarını düşünün..."
Şimdi bu anıdan sonra o kıytırık seslere soruyorum:
Eğer, öğrencilere karşı değil de tüm şehrime karşı sorumlu bir toplum mühendisi ve gazeteci olarak benzer durumu yaşasaydım ne olurdu?
Sanırım o "okkalı tokadı" bu kez de siz değerli ve değeri bilen okuyucularımızdan yerdik!..
Bu arada, sanırım artık bu müzikte çatlak sesler çıkmayacak, kulağa da ne hoş geliyor değil mi ahenk!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.