LOZAN'IN ÖNEMİ
Lozan’da, esas görüşme ve tartışma İngiltere’yle Türkiye arasında oldu. Lord Curzon, Ankara’dan gelenleri, eski Osmanlı Türkü sanıyordu. Ancak, yanıldığını çabuk anladı. İlkelerini her şeyin üstünde tutan yurtsever bir tutum ve şaşırtıcı bir irade sağlamlığıyla karşılaştı. ’Doğulularda böyle şey olmaz, Türkler nasıl bu hale geldi’ diyerek şaşkınlığını dile getiriyor, nedenini bir türlü anlayamadığı değişimi, çözmeye çalışıyordu.
Lozan’da ortaya çıkan ‘yeni Türk tipi’, ulusal hakların savunulmasında yüksek bilinç ve direnç gösteriyor; oraya neden geldiğini, neyi nasıl elde edeceğini biliyordu. Batı gazetelerinde şaşkınlık ifade eden yorumlar yapılıyor, The Times, ‘Acaba Türkiye, bir mucize ile uygar bir devlet mi oldu’ diyordu. İngiliz Delegeler Kurulu’ndan William Tyrrell, Lozan’da karşılaştığı ‘yeni Türkler’ için şöyle söylüyordu: “İki çeşit Türk biliyorduk; biri eski Türk, ki öldü. Biri de Jön Türk, ki artık o da yok oldu. Şimdi onlardan çok başka bir Türk tipi görüyoruz”.
Mustafa Kemal, Lozan’da gerçekleştireceği işin; uluslararası boyutunu, ezilen ülkelerde ortaya çıkaracağı direnci, bu direncin sömürgeci devletler için ne anlama geldiğini biliyordu. Bu güç işi başarmak için, sonuna dek gidecekti. Ezilen uluslara çağrılar yapıyor ve ‘Türkler artık kendilerini ezdirmeyecektir. Türklerin yapacaklarını örnek alın. Dünya, o zaman daha iyi olacaktır’ diyordu.
Lord Curzon için, sömürge ve yarı sömürgelere yaygın bir bağımsızlık dönemi başlatacak Türk istemlerini kabul etmek çok güç ve İngiltere için tehlikeli bir işti. Barış yapılmalı ama koşulları Türklerin istediği gibi olmamalıydı.
Ancak, Ankara dayatıyor, geri adım atmıyordu. Ayrıca, Lozan’da sonuç alınamazsa, anlaşma dışı bırakılacak bir Türkiye, Sovyetler Birliği’ne daha çok yakınlaşabilir, bu da başka tür sakıncalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirdi.
Türkiye’den, yeni bir savaşı göze alan açıklamalar geliyordu; oysa Avrupa’nın savaşacak gücü kalmamıştı. Karşılaşılan siyasi açmaz, dünya siyasetine yön vermeye alışkın büyük devlet yöneticilerini, şimdiye dek hiç yaşamadıkları bir çaresizlik içine sokmuştu. Çaresizlik, blöf politikasıyla aşılmaya çalışıldı. Ancak, Ankara korkutmaya dayalı gerçek dışı girişimleri kavrıyor ve önlem geliştirecek bilinçli bir tutum sergiliyordu
.
Lord Curzon, çaresizliğini o denli açık ediyordu ki, üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu’nun diplomatlığıyla ünlü bu Dışişleri Bakanı, “Türkiye için rahatsız edici oluyorsa, kapitülasyon yerine başka bir sözcük kullanabiliriz” gibi gülünç önerilerde bulunabiliyordu.
Görüşmeler, 4 Şubat 1923’te kesildi. ABD delegasyonu Konferans’ın kesilmesinin ana nedenini, Washington’a, “Türklerin, özel yargı hakları ve ekonomik imtiyazlara ait hükümlerde, her türlü uzlaşmayı reddetmeleridir” diye bildirmişti.
Mustafa Kemal, Türkiye’nin kararlılığını göstermek için, Lozan’daki karar vericilere gönderme yapan uyarı niteliğinde ve bir birini tamamlayan bir dizi açıklama yaptı. Açık ve net konuşuyor, “egemenlik hiçbir anlamda, hiçbir biçimde, hiçbir renk ve belirtide ortaklık kabul etmez” diyor, eski alışkanlıkları sürdürmek isteyen anlayışlarla sonuna dek mücadele edileceğini söylüyordu.
22 Aralık 1922’de, İngiliz Morning Post gazetesi muhabiri Grace M.Ellison’la görüştü. Lozan’da, bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe zarar veren tüm önerilerin reddedileceğini söyledi. “Bizim elde etmeğe kararlı olduğumuz tam bağımsızlık ülküsüne, meydan okuyacak herhangi bir kişi varsa; o kişi, bu ülkümüzden ilham almış bütün Türkleri ortadan kaldırma imkanlarını arayıp bulmalıdır” dedi.
Üç gün sonra, 25 Aralık’ta Fransız Le Journal muhabiri Paul Erio‘yla görüştü. Türkiye’nin ileri sürdüğü isteklerin, ‘ülkenin yaşaması ve bağımsızlığını sağlaması için gereken şartların en azı’ olduğunu söyledi. Kapitülasyonların, tartışılmasını bile ulusal onura yönelmiş bir hakaret sayıyor, Batı’yı şu sözlerle uyarıyordu: “Türkler kapitülasyonların sürmesinin, kendilerini kısa süre içinde ölüme götüreceğini çok iyi anlamıştır.
Türkiye tutsak olarak mahvolmaktansa son nefesine kadar mücadele etmeye kesin karar vermiştir”.
Tarihçi Nobert Von Bischoff’un, “Türk silahlarının kazandığı zaferi uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir” diye tanımladığı Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi tören salonunda imzalandı. TBMM, Antlaşma’yı 23 Ağustos’ta onayladı ve işgal güçleri, silahlarıyla birlikte Türkiye’den ayrıldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.