MEDENİYET ZULÜMLE BİRLEŞMEZ
Târihî vesîkalar göstermiştir ki, Türk milleti, cihânın en medenî milletlerinin başında gelir. Kadirşinaslığı, adâlete sadakati ve hoşgörüsüyle, hiç sapmadan, bu yolda ilerleyerek bugüne gelmiştir.
Ana istikamet, dâimâ bu çizgi üzerinde olmuştur.
Bu sebepledir ki, hiçbir davranışında, zulmedenler cephesinde bulunmamış, nerede ve hangi şart altında bulunursa bulunsun, zâlimlerle mücâdele etmiş ve onlara hadlerini de bildirmiştir.
Esâsen; bunu, dünyada bilmeyen de yoktur. Ancak; hased denilen zehir, insanlığın bünyesini kuşatmış ise, o zaman her göz kör, her kulak sağır, her dil lâl ve her irdâk bunak'tır.
Çevremizde cereyan eden hâdiselere baktıkça, yakın geçmişe doğru yol aldım. Biraz dikkat edersek; ABD ve Avrupa Birliği devletlerinin, bugün, dünyâ mazlûmlarına yaptıklarını, mâzîde yaptıklarının tekrarından başka bir şey olmadığını görürüz.
Ne yaptılar, ne yapıyorlar yâhut da neyi seyrettiler, neyi seyrediyorlar?
Meselâ; Almanlar, Yahûdîleri yakarlarken...Meselâ ; F(ı)ransızlar, Cezayirlilere kan kustururken...Meselâ Amerikalılar, Kızılderilileri ve Zencileri insan saymayıp katlederlerken...Meselâ İsrailliler, Filistinlilere çocuk kadın demeden misket bombası yağdırırken...Meselâ, Sırplar, Boşnaklara soykırım uygularken...Meselâ; Ermenistan, Hocalı'da vahşetin en acımasızını yaşatırken...Meselâ; İngilizler, sömürdükleri ülkelerde döktükleri kanın zerresinden vicdânî mes'uliyet duymazken...Meselâ; Ruslar, milyonlarca Müslüman Türk'ü Sibiryalarda dondurur, zindanlarda çürütürken...Meselâ Çin, Doğu Türkistan'da Türklerin hayat haklarını binbir türlü işkenceyle yerle bir ederken..
Birbirlerini görmemezlikten geldiler...Birbirlerine göz kıptılar, göz yumdular...Sözleri , göz kamaştırdı...Demokrasiden dem vurdular, en ileri , en medenî seviyelerde dünyâyı ihyâya çalıştıklarından bahsettiler...Mazlûmların haklarının müdafiî olduklarını salon salon, meydan meydan haykırdılar...Adâlet, olmazımızdır denildi. .. Kuru lâfta kaldı...Beyin yıkadılar, göz boyadılar, yediler,içtiler, sömürdüler ve semirdiler...
Yalan söylediler...Yalanı, gerçek gibi, gerçeği yalan olarak gerçek söylediler!..Sömürdüklerinin, ezdiklerinin, kırdıklarının, öldürdüklerinin...gözlerinin içine baka baka konuştular...
Maalesef...Ve maalesef, yüzleri hiç kızarmadı ve kızarmıyor. Görünen o ki, hiç de kızarmayacak!..
Tabiî ki, bunlar bunu yaparlarken, biz, harıl harıl çalışıp, birbirimize kenetlenip, elbirliği-işbirliği, gönülbirliği yapıp, ahlâkta, ilimde, san'atta şahlandık mı? Onlar, bu işleri çevirirlerken, biz, istişâreye mi daldık; oturup, mes'elelerimizi şöyle dörtbaşı mâmûr denilen bir tarzda hâlleştik mi? Elbette ki, hayır!..
Sâdece lâf ürettik; lâf cambazlığıyla, lâfebeliğiyle vakit öldürdük, öldürüyoruz!.. Sen şöylesin, böylesin; ben böyleyim, ben şöyleyim ile iktifâ edip, oturmasak bile, tesirli bir mevki kazanamadık. Zaman zaman, kendi kendimize haykırdık, kükredik, tafralandık, efelendik, diklendik...o kadar!..
Ne kendimize, ne çevremize ve ne de dışımıza nâzik olabildik!..Dost edinemedik, dostluklarımız kerhen de olsa, dost bildiklerimizi kaybettik!..
Medenîlik mi!..Konuşalım!..Onu, tekrar ele alalım:
Meselâ; zamanının (2007)Avrupa Birliği'nin dönem başkanı olan Almanya Başbakanı Angela Merkel, 50. kuruluş yıldönümünde şunları söyledi: "Kökenimizin Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe dayandığı şüphe götürmez. Ancak bunun anayasada yer alıp almaması tartışılabilir." (Bknz. Türkiye Gazetesi, 26 Mart 2007, Sf.13)
Bir de şu haberi okuyalım: "Alman Meclisi, kritik 'soykırım oylaması' için bugün toplanıyor. Tüm partilerin destek verdiği tasarının kabul edilmesi beklenirken Şansölye Angela Merkel oturuma katılmayacak." (Milliyet.com.tr- 02.06.2016)
Merkel'in, böyle bir toplantıya katılmamasıyla, katılması arasında, bizim cihetimizden hiçbir fark yoktur. Zîra; o da, tıpkı, o Meclis'te 'kabul' oyu verenler gibidir. Ve asıl soykırımı Hocalı'da yaparları kınamak yerine, 'sözde soykırım tasarısı'na, -güyâ- katılmamaktadır. Bu, hangi medenîliğin ispatıdır? Avrupa târihi de Alman târihi de buna cevap vermelidir!..
Almanya'nın bu kadın Başbakanı, Ermeni hükümetinin millî kahraman ilân ettiği kişinin, "13 yaşındaki bir Türk çocuğunun duvara çivilendiğini, onun karnının, başının ve göğsünün derisini soyulduğunu ve çocuğun ağlamaması için, anasının kesilmiş memesinin çocuğun ağzına tıkandığını ..." büyük bir zevkle anlatan, bununla iftihar eden Zori Balayan denilen kaatil ruhlu zâlim olduğunu duymamış ve kitabını okumamış mıdır?
Yoksa; köklerinin "Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe dayanması", bunu mu gerektirir?
Kızıl rejim mensubu Stalin'in, Lenin'in, Mao'nun, Hitler'in vahşeti ile, demokrasi ve insan hakları havarisi kesilen bu Avrupalı arasında ne fark vardır?
Bir başka kadın yetkili de ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright idi. "Birinci Körfez Savaşı sırasında, Irak'a (1990-1991) uygulanan ambargo sonrası ölen çocuklar hakkında, insanlık târihinin en utanç levhalarından biri olabilecek şu rezil beyanda bulundu:
"Irak'ta 500 bin çocuk öldürdük. Zafer için gerekliydi. Buna değdi." (Basın: 28 Temmuz 2015)
6 Ağustos 1945'te Hiroşima'yı bombalayıp 140 bin Japon'un ölümüne sebep olanlar, Madeleine'nin ataları değil miydi?
"Türkler insan değildir. Onlara zehirli gaz kullanılabilir" diyen şeref mahrûmu zat, Çanakkale Harbi sırasında, döneminin Savaş Bakanı, daha sonrasının İngiltere Başbakanı Churchill değil miydi?
Bunlar ve bunların nesli olan ve dünyayı kana bulayan şimdiki zâlimler mi medenîdir? Asla aldanmayalım!..
Zulmet, karanlıktır!..Zulüm; eziyetttir, hâinliktir, gaddarlıktır!..İnsanların gözlerinin içine baka baka, dünyevî menfaatler için bu kana susamışlığın cinnet hâline ulaşmasından endîşe duyuyoruz.
Dünya, bugün, bu hâli yaşıyor.
Bunlardan sonra, artık şu haber hiç de tuhaf görünmeyecektir. Bakınız: "Almanya'nın Münih kentine bağlı Neuperlach Süd ilçesindeki sadece 160 sığınmacıdan rahatsız olan halkı korumak için, mülteci kampının bulunduğu bölgeye örülen 3.7 metre yüksekliğindeki duvar büyük tepkiyle karşılandı." (Yeniçağ Gazetesi, 08 Kasım 2016, Sf. 1)
Düşünebiliyor musunuz ki, bu duvara yapılan masraf ile, bu insanlara barınak kurulur, karınları doyurulur ve iş sahibi yapılırlardı.
Demek ki, medenîyim demekle medenî olunmuyor. Medenîlik, sâdece bir düşünce değil, bir hâldir. Avrupalılıkta umûmî zihniyet budur!..Hâl budur!..
Kendileri için istediklerini hiçbir zaman başkaları için istemezler. Kendilerine, menfaatleri icâbı yumuşak, kibar görünümlü ve hürriyetçidirler. Fakat; dışa karşı , bilhassa Türkler'e ve Müslümanlar'a karşı , kaba, çirkin, acımasız, riyâkâr ve hattâ hâinlik derecesinde müsamahasızdırlar.
Fakat...Fakat...Fakat...
Mes'eleye bir başka cepheden bakıp, bir başka numûne sunalım ve bundan da ibret alalım:
Târih: 05 Kasım 2016. Yer: ABD/Kuzey Carolina Eyâleti. Konuşmacı: ABD'nin, görevi kısa bir süre sonra bırakacak olan Başkanı Barack Hussein Obama.
Obama; tercihini, seçime katılan iki adaydan Demokrat Hillary Clinton'a kullanıyor. Konuşması esnâsında, dîğer aday Cumhuriyetçi Donald John Trump taraftarlarından biri, pankart açıyor ve Obama'yı p(u)rotesto ediyor. Tabiî ki, bu kişi, salonda bulunanlar tarafından, tepki görüyor. Bu tepkiler üzerine, Obama şunları söylüyor:
"- Oturup bir saniye sessiz olun. Herkes otursun ve beni dinlesin. Salonda kendi adayını destekleyen yaşlı bir centilmen var. Hiçbir şey yaptığı yok, endişelenmenize de gerek yok. HER ŞEYDEN ÖNCE İFADE HÜRRİYETİNE SAYGI DUYULAN BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ. Bu centilmen, orduya hizmet etmiş de olabilir ve buna saygı duymamız gerek. Yaşına da saygı duymamız gerek. Yuhalamayı bırakın. Oy kullanın!"
Başkalarına başka, kendilerine başka!..Doğrudur!..
Fakat; bu sözlere ne diyebilirim ki!!! Yumuşak, mütebessim, iknâ edici...
Tabiî ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in mübârek hadîslerini hatırladım: "Öfkelenen sussun"; "Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun".
Hani, Mehmet Âkif, Safahat'ta/Süleymaniye Kürsüsünde'de Japonlar için diyor ya, öyle:
"Sorunuz, şimdi, Japon'lar da nasıl millettir?
Onu tasvîre zafer- yâb olamam, hayrettir!
Şu kadar söyliyeyim: Dîn-i mübînin orada,
Rûh-u feyyâzı yayılmış, yalınız şekli: Buda.
Siz gidin, saffet-i İslâm'ı Japon'larda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün,
Müslümanlıktaki erkânı siyânette ferîd;
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd."
(Bknz: Safahat, Mehmed Âkif Ersoy, İnkılâp ve Aka Kitabevleri Koll. Şti. İstanbul 1974, Sf. 170)
Yalnız şu var ki; Türkiye adına endîşelenmekten başka da elimden bir şey gelmiyor!..
Sinirlerin bu kadar zedelendiği, gerildiği/gerdirildiği hatta tahribe vardığı /vardırıldığı bir mekân göstermek de çok zor!..
Zaman, sâdece söz - dalaşıyla geçiyor...İlkesiz, hedefsiz ve ülküsüz!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.