NECİP FÂZIL VE TÜRKÇE
Türk şiirinin, Yûnus Emre Türkçe'siyle ulaştığı zirve, yedi asır sonra, daha şümûllü olarak, aynı kıvraklık, aynı mânâ zenginliği ve bediî anlayışla, hem şiirde ve hem de tefekkür nesrinde Necip Fâzıl Türkçe'si ile, yoluna devam ederek son ihtişamlı dönemini yaşamıştır.
Rûh köküne, İslâm'ın özünü yerleştirmiş Türk; tabiî seyir içinde, menşeine bakmadan, kelimelere kendi asâlet ve kök mânâsını yükleyebilir ve onları cihânşümûl yapabilirse, o zaman, söz'de, hak sâhibi olur. Tabiî seyir olmaz ise; kale, içten içe çökmeye ve yıkılmaya başlar ki, şimdiki gibi enkaz ile uğraşır dururuz.
Necip Fâzıl'ın, Türkçe hakkındaki görüşlerini ortaya koyabilmek, geniş muhtevâlı ilmî bir tez ile mümkün olabilir. Sathî ifade ve beyanların, olsa olsa, Üstâd'ın çok cüz'î lisânî bilgilerine yer vermek olur ki, biz de, burada, bunu yapacağız.
Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, "Türkçe'nin Sultanı" başlıklı yazısında şöyle der:
"Albert Einstein'a fizikçi arkadaşları: "Şu İzafiyet Nazariyesi'ni anlat da öğrenelim" demişler. Einstein da onlara şöyle cevap vermiş:
- Geçenlerde anadan doğma kör bir dostumla parkta oturuyorduk. Oradan sütçü geçiyordu. Dostuma: "Süt içer misin?" dedim. "Süt nedir?" diye sordu. "Beyaz bir sıvı" cevabını verdim. "Sıvıyı anladım da, beyaz nedir?" dedi. "Kuğu kuşunun rengidir" karşılığını verince, o tekrar: "Kuşu anladım ama, kuğu nedir?" dedi. Ben de: "Canım hani göllerde yüzen eğri boyunlu kuş var ya!" dedim. Bu defa dostum: "Boyunu anladım da eğri nedir?" dedi. Bunun üzerine arkadaşımın elini tuttum ve omuzundan itibaren, bükülmüş dirseğimin üzerinden geçirerek: "İşte eğri budur!" dediğimde, muhatabım: "Haa, sütün ne olduğunu şimdi anladım" cevabını verdi. İşte ben İzafiyet Nazariyesi'ni izah edersem, siz de onu ancak gözleri hiç görmeyen arkadaşımın sütü anladığı kadar anlayabilirsiniz!...
Kendisine Sultân - ı Şuarâ pâyesi verilen Necib Fâzıl bey, o mertebeye Türkçe'nin Sultânı olduğu için ulaşmıştı. Ancak, O'nun bu sahadaki kudretini anlatabilmek, imkânsızlıktan da ötedir. Esasen merhumun tefekkür iklimini görebilmek de, Türkçe'yi kullanırken gösterdiği yüksek dehâyı kavramaya bağlıdır. " (Bknz: Türk Edebiyatı Dergisi, Temmuz 1983, sy. 13)
Günlük hayatta, herkesin kullanabileceği bir kelimeye Necip Fâzıl, öyle derûnî mânâlar yükler ki, onu kavrayabilmek için, belki de, ciltlerce esere müracaat etmeniz gerekebilir.
Meselâ, " Su - 2" adlı beyiti, bunun en çarpıcı misâli olabilir:
"Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce."
(1980)
Bu; oniki kelimelik şiirden, bir kitap yazılabilir. Zâten, şâirlik de budur. Tabiî ki, büyük şâirlik!
Prof. Dr. Hacıeminoğlu, yazısının sonunda şunları söylüyor: "Bilindiği üzre, zekânın ölçülerinden biri de müşahhası mücerret, mücerreti ise müşahhas hâle getirebilmektir. İşte Rahmetli (Necip Fâzıl), bunun zirvesindeydi. O; kör bir insana, meselâ Einstein'ın arkadaşına "beyaz"ı tahayyül ettirecek bir ifade kudretine sahipti. " ( a., g. , Dergi, sy. 14)
Necip Fâzıl, "Edebiyat Mahkemeleri" adlı kitabının son bölümünde, müthiş bir teessürle, Türkçe'nin geldiği son hâli ortaya koyar. "Zavallı Türkçe" başlığını taşıyan sayfada, Türkçe'nin perîşânlığını "Dört Müessir" ifadesiyle şöyle îzâh eder:
"Toz , duman içinde yıkılan, alev alev yakılan, kırılan, dökülen, talan edilen, ırz ve haysiyeti kendisinden başka her el uzatana ait bırakılan dil vatanımız, içli dışlı binbir istikametten yediği darbeleri, tam dört esaslı ve istiklâlli felâket müessirinde toplıyabilir:
1 - Uydurma dil hareketi.
2 - Sarf ve nahiv, yâni mefhum ve ifade mîmârîsine üşüşen gizli mikroplar.
3 - Arab ve Fars kelimelerinin kış kış koğulmasına karşılık, Garp kelimelerinin bili bili çağırılması ve ruhumuzu didik didik gagalaması.
4 - Istılahlar faciası..."
(Bknz: Edebiyat Mahkemeleri, Necip Fâzıl, b.d. yayınları, İstanbul 1997, sy. 207)
Necip Fâzıl, bir lisanın nasıl olması gerektiğini; gelişmesinin merhalelerini ve tabiî seyir içersindeki vaziyetini de, "İdeolocya Örgüsü" adlı eserinde şöyle dile getirir:
"Dil, istikrâi yâni kendi iç ve öz kanunlariyle mevcut bir müessisedir ve dışardan, bütün bir lisan uydurma şeklinde müdahaleye tahammülü olamaz.
Tıpkı kâinat gibi...Esrarı ve kanunları aranır, bulunur, fakat uydurulamaz. Lisan ile kâinatın hiçbir farkı yoktur. Zira kâinatta ne varsa, karşılığı lisanda mevcut...Dil, kâinatın plânıdır ve kendi dışında başka bir kâinat ile değiştirilemez. Mecnunun her çeşidi görülmüştür ama, böyle bir dâvâya " evet!" diyeni görülmemiştir. "
( İdeolocya Örgüsü, Necip Fâzıl, b. b. yayınları, İstanbul, 1976, sy. 382)
Necip Fâzıl, Türkçe'ye çok değer ve önem verir; korunması ve geliştirilmesi hususunda yol gösterir; çâre arar:
"Yapılacak şey, dilimize girmiş bütün Arapça ve Farsça kelimeleri benimseyip aslî maddeler hâlinde kabûllenmek, onları kendi "sarf ve nahiv" dünyasında ayırmak, kendi (gramer) ve hançere dehâmıza terketmek, bütün uydurukçaları atmak, Batı dillerinden gelenleri de yalınız teknik plânda olmak şartiyle almak ve aynı muameleye tâbi tutmaktır. "
(Edebiyat Mahkemeleri, Necip Fâzıl, b., d. yayınları, İstanbul 1997, sy. 250)
Türkçe'de, kelime türetme değil, karşılığı bulunduğu hâlde "kelime uydurma ", hem Türkçe'nin âhengini bozmuş, hem insanlarımız arasında çekişmelere sebebiyet vermiş ve hem de esas mücâdele edilmesi gereken yabancı kelimelerle mücâdeleyi büyük ölçüde aksatmıştır.
Üstâd, 1974 yılında yazdığı "Hâlimiz" başlıklı şiirinde, Türkçe mes'elemizin içinde bulunduğu vaziyeti / keşmekeşi, şu mısralarıyla hicveder:
"Nedir Allahım, nedir, bu diyârın şu hâli
Bezginlikten ruhunu kaybetmiş bir ahâli;
Ve bir mecnun idâre, tam da hastahânelik...
Öyle davranışlar ki, destanlık, efsanelik...
Ne bilgi, ne düşünce, ne gelenek, ne nizam;
Anladıkları tek şey zam ve zam üstüne zam.
(...) Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim...
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa hâlis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah, Türk'e acısın, yalnız bunu dilerim."
(Öfke Ve Hiciv,Necip Fâzıl, b. d. yayınları, İstanbul 1988, sy. 44 - 45)
Necip Fâzıl'ın, bir millî şâir ve mütefekkir olmasının ötesinde, çağını ihâta eden bir dünya şâiri ve mütefekkiri olmasında, Türkçe'yi iyi bilmesi ve mükemmel kullanması esas âmil olmaktadır.
Türkiye'nin ve dünyanın Necip Fâzıllar'a çok ihtiyacı bulunmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.