PROF. DR. KENAN ERZURUMLU'NUN "DEVLET"İ
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, tıp doktorudur. Ancak; sosyal bilimler sahasında da kayda değer önemli eserlerle yol gösterici, yol açıcı olmaya devam etmektedir.
Türklüğe Bakış, Gerçeğe Hû Diyelim, Mistisizm ve Tasavvuf, Devlet, 21. Yüzyılda Türk Cihân Hâkimiyeti'nin Jeopolitiği bu sahadaki verimli çalışmalarıdır. El Neştere Değince, yine sosyal muhtevalı fakat meslekî hâtıralarını ihtivâ eder. Dîğer taraftan, Mustafa Kafalı ve Fahri Uzun adlı biyografileri de elbette takdire değer iki eseridir.
Sosyolojik bakış; hâdiseleri tespitle işe başlar. Tespit edilen hâdiselerin tahlili ise, tıpçı gözüyle, sâdece 'röntgen' filminin çekilmesi değildir. Takrîben; herkes, şu veya bu şekilde bir film çekebilir. Esas olan, filmin çekilmesinden ziyâde, filme bakan, filmi okuyan göz'dür. Bu göz; filmdeki ârızaları veya hastalığın sebeplerini en ince noktalarına kadar ilgili merciye yâni beyne bildirir. Bu sebeple; her göz, bu göz değildir.
Sosyolog gözü de, tıpkı bu" hekim gözü" gibidir. Teşhisçilikte , tespitçilikte kalmaz.
Bu bakımdan, sosyolog, her ilim dalından faydalanmak zorundadır.
Bâzı ilim dalları vardır ki, bir veya iki cihete dal budak salarlar. Fakat, edebiyât gibi, sosyoloji de, her sahanın ilmini tâkîp etmek ve onlardan faydalanmakla mükelleftir. Dolayısiyle, sosyoloji; edebiyatla da, tıpla da, mantıkla da, felsefeyle de, târihle de, mûsıkîyle de, mîmârîyle de,iktisatla da, hukukla da, antropolojiyle de, biyolojiyle de, askerlikle de, insanlar arasında ırk, cinsiyet ve yaş farkı gözetmeksizin irtibatlıdır, irtibatlı olmaya mecbûrdur.
Dînî inanışları, millî kültürün müşterek ve değişik uygulanış tarzlarını, yemek zevkinden kılık kıyafete, düğünlerdeki âdetlerden, cenâze defin işlerine, askere uğurlamalardan, cinâyetlere/kan dâvâlarına kadar fert ve cemiyet mizaçlarını/törelerini/an'anelerini inceden inceye ele almayı gaaye edinmelidir.
Coğrafyanın; iklîmin, bitki örtüsünün, akarsuların, göllerin, denizlerin, dağların, ovaların, vâdilerin, yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle hayvan türlerinin dahi, sosyolojik araştırma ve değerlendirmelerde büyük rolü olduğunu unutmamak lâzımdır.
Sosyoloji, diyebilirim ki, kolu en uzun ilim dalıdır. Bu ilim; sıhhatli müşahade ve tespitler ile, çok teferruatlı, çok titiz tahlillerle, gelecek için insanlığın önünü açacak, ufkunu genişletecek, aynı şartların benzerlerinde, aynı vahim hataların yapılmasını önleyecek telkin, teklif ve tavsiyelerde bulunur/ bulunmalıdır.
Bahsettiğim gibi, bütün mes'ele filme iyi bakmakta, onu iyi analiz etmekte/çözümlemektedir.
Yalnız şu var ki, günümüzün/çağımızın/ zamanımızın sosyoloğu, döneminin iletim/haberleşme/telekomünikasyon yâni optik veya eletromanyetik ilmini ve kullanma usûllerini, sivil ve askerî tesir sahalarını bilmek ve bunların, başta insan olmak her türlü canlı ve cansız ile münâsebetlerini de kavrayarak analiz ve sentezlere gitmek zorundadır.
Sosyoloji; ilk defa Auguste Comte (1789-1857) tarafından,1838'de, Lâtince, dost, arkadaş mânâsına gelen (socius) kökünden ( socio) ile, Yunanca bilim mânâsına gelen (logy) kelimelerinin birleştirilmesiyle meydana getirilmiştir.
Biz de ise, sosyolojinin, Ziya Gökalp (1876-1924)'la başlatıldığı kabûl edilir. O'nu müteakiben, Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu (1901-1974), Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken (1901-1974); Prof. Dr. Sabri Ülgener (1911-1983), Prof. Dr. Mümtaz Turhan (1908-1969), Prof. Dr. Orhan Türkdoğan (1926-...), S. Ahmet Arvasî (1932-1988) ve Prof. Dr. Erol Güngör (1938-1983) gibi çok değerli sosyologlarımız yetişmiştir. Bunlardan, (bugünün târihi îtibâriyle, -Rabb'im sağlıklı uzun ömürler versin-sâdece Orhan Türkdoğan Hoca hayattadır.) ve S. Ahmet Arvasî hâriç, hepsi akademik ünvana sâhiptir ve sâdece, S. Ahmet Arvasî, usûl ve üslûp bakımından dîğerlerinden farklıdır.
Sosyoloji; değerleri barındırma bakımından en çok edebiyata yakın durur. O; yukarda saydığım ilim dallarından başka, netîce îtibâriyle istatistik ve matematikle irtibatlıyken; edebiyat, estetikle buluşmak zorundadır. Bunlara rağmen, sosyoloji, estetik aramaz, böyle bir maksadı ve endîşesi yoktur ve onu barındırmaz. Fakat, şu var ki, edebiyatta, sosyoloji kaçınılmazdır. Yâni, her şeye rağmen, edebiyat daha şümûllüdür.
Sosyolojinin içinde, socuis/socio/toplum/cemiyet'in her çeşidiyle, -çirkin-güzel, doğru-yanlış, iyi-kötü her tavrı/durumu/hâli/vaziyeti buluruz. Halbuki edebiyat/güzel san'atlar, sâdece güzeli hedef aldığı için, çirkinlik-yanlışlık-kötülük gibi bâzı değerleri elemek zorundadır.
Sözlük mânâsıyla Devlet; "Belli bir toprakta bir hükûmet idâresi altında teşkîlâtlanmış bulunan bağımsız siyâsî topluluk, milletin hukukî şahsiyet kazanmış şekli"dir.(Bknz: İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sf. 277)
Biz Türklere göre Devlet; "devlet-i ebed-müddet yâni edebiyete kadar sürecek/devam edecek devlet'tir.
Demek ki; Devlet'in, belli bir toprağı/ülkesi/vatanı, nüfusu, hâkimiyeti, müstakil teşkîlâtı, hükûmeti, bayrağı...bulunmalıdır.
Şimdi, esasa yâni Prof. Dr. Kenan Erzurumlu'nun Devlet'ine/ Devlet'e bakışına geçebilirim.
Mâlûmdur ki, eserlerinden birinin adı "Devlet"tir ve ilâveli baskısı da 2016 yılında yapılmıştır.
Şüphesiz ki, bu kitaba dayanarak, Prof. Dr. Erzurumlu'nun Devlet hakkındaki düşünce ve kanaatlerini değerlendirmeye çalışacağım.
Erzurumlu; kendi objektifliğiyle ve kendi k(ı)riterleriyle gönlündeki ve zihnindeki devleti arar. Târihten gelen telâkkîleri süzgeçten geçirir ve onları, tecrübî sosyolojik tavırla terbiye eder, kendine mahsus yapmak ister/yapar.
"Devlet hakkında ilk eser; Sokrates'in modelini anlatan ve onun konuşmalarının yer aldığı, talebesi Eflâtun (Platon) tarafından yazılan "Devlet" adlı kitaptır. Ona göre ideal devleti; "işçiler, çiftçiler ve zanaatkârlar), (askerler) ve ( idâreciler) meydana getirirler.
Umûmî bakışla; devletin, " insan /millet, toprak /vatan ve hâkimiyet" olmak üzere üç temel unsuru vardır. Bunların biri olmayınca, "devlet"in teşekkülü mümkün değildir. Elbette ki; bunlara müvâzî olarak, bu devletin bir resmî dili, bir başşehri, bir istiklâl marşı ile, hepsini temsil makamında bir de bayrağı olacaktır. Dolayısiyle; bu unsurları ayakta tutabilmek için, tâli desteklere de ihtiyaç duyulmaktadır.
(...) Devlet; bir çatı'dır. Milletin her ferdi, bu çatının dâimî olması için, ona omuz vermek mecbûriyetindedir." (Bknz: M. Halistin Kukul, Devlet ve Devlet Adamı, Çağrı Dergisi, Eylül 2011, Sf. 5-6)
Eski Türkler'de -Göktürkler ve Uygurlar döneminde- "il"in karşılığı, bugünün sistemindeki "devlet'tir ve "il tutmak" ise, "devlet idâresi" karşılığındadır.
Kaldı ki; eski Türkler, halk/millet/nüfus, toprak/vatan temelli iki unsur üzerine kurdukları devleti, "kağanlık"la idâre ederlerdi. Yâni; bugün,- tam mânâsıyla uyguyanıp uygulan(a)madığı bir yana,-modern/demokratik denilen sistemin de ana yapısında bu vardır. Kağanlık yerine hâkimiyeti/millet meclisini/başbakanı veya cumhurbaşkanını getirdiğimiz zaman, Türkler'in devlet tecrübelerinin ne kadar muhkem olduğu anlaşılır.
Devlet'in ilk baskısı hakkında yazdığım yazıdan bir bölüm naklederek sözlerimi biraz daha açmak istiyorum:
"Prof. Dr. Erzurumlu; iç ve dış bölücü ve hâin mihrakların, gizli, sinsi ve zaman zaman da alenî ve "devleti" hiçe sayarak söz ve davranış içinde bulunmalarını, devleti idâre eden kadroların zaafiyeti olarak görmekte ve millî kimlik ile, millî devlet kavramlarının aşırı derecede zedelenmesinden dolayı da feverân etmektedir.
Bugün; iç ve dış iktisadî ve kültürel kuşatılmışlık, yetmişbeş milyonluk Türkiye'de, "Türk varlığı"nın neredeyse bulunmadığına kadar varan ahlâksız ve alçak söyleyişler ve telkinler, emperyalist güçlerin oyuncağı olan bâzı çevrelerin uşaklığıyla "kamufle" edilmek istenmektedir.
Halbuki; yetmişbeş milyonluk Türk'le berâber, yekûnu üçyüzmilyona ulaşacak olan, "dünyanın yeni muhtemel gücü" , bu telkinler ve uyutma siyâsetleriyle safha safha dağıtılmakta, irtibatsızlaştırılmakta ve hattâ, en acısı içten içe birbirine düşürülmektedir.
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, bu durumu görmüş ve eserinde, derinlemesine tahlillerle açıklamalara girmiştir. Gerçi, Türk târihinin, böyle hâdiselerle dolu olduğunu biliriz. Biliriz de, hâdiseleri unutmakta da -maalesef- millet olarak üstümüze yoktur. Nice ihânetlerle muhatap olunmuş, nice pusulardan büyük mücâdelelerden geçerek bugünlere ulaşılmıştır ammâ, bunların muhasebesini yapmaktan hep uzak durmuşuzdur. "(Bknz: M. Halistin Kukul, Devlet, Olay Gazetesi, 02-03 Mart 2012, Sf. 8)
Prof. Dr. Erzurumlu; Devlet'in "İkinci Baskıya Önsöz"ünde şu önbilgiyi veriyor: " Türklüğe Bakış adlı çalışmamızda, millî kimlik meselemizi üniversite öğrencileri düzeyinde incelemiştik. Devlet'te ise devlet yapımızı ve nasıl gayri millileştiğini tartışmayı amaçlamıştık.
(...) Elimizde başka çalışmalar olmasına rağmen, "Devlet"in tükenmesi karşısında yeniden baskı gündeme geldiğinde bir takım ilâveler yapılması kaçınılmaz oldu. "Millî Askerî Strateji Konsepti (MASK)", "İskân politikaları", "Kürtleşen Türkler" çalışmamızdan sonra yoğun tartışmalara yol açan "Çerkez Ethem, Kuşçubaşı Eşref ve Çerkezcilik", "Fethullahçılık"" bunların başlıcaları oldu. Ayrıca işlenmiş olan konulardaki güncel bilgiler de ilgili konulara ilâve edildi "(Bknz: Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, Tarihsel ve Sosyolojik Mânâda Türklerde Devlet, Doğu Kütüphanesi Yayını, İstanbul 2016, Sf. 17)
Eserden birkaç not daha nakletmek isterim: "Türk devlet anlayışı ile ilgili en eski kayıtların tarihi Orhun Âbideleri'ne (M.S. 7.-8.yy)kadar uzanmaktadır. "Kağan ve Hatun"un yönetiminde toplanan kurultaylarla devlet işlerinin karara bağlandığı yönetim şeklinde, yöneticilerin ailesine katılan yabancılarla başlayan yabancılaşma, kılık-kıyafetle devam etmiş, örf-adet-kültürün değişimine kadar uzanmıştır. Sonuçta, yönetim kadroları taban-çevreden kopmuşlardır." (Erzurumlu, Sf. 44)
"Türk Dünyası göz önünde tutulduğunda, son 1000 yıllık dönemde Kuzey ve Doğu Türklüklerinde "var olma mücâdelesi" esas olmuşken; Batı Türklüğünde millî-dînî kimliklerin olağanüstü uyumunun göstergesi olan "Devlet-i ebed müddet" ve "İlay-ı Kelimetullah" felsefeleri ilgi görmüştür. Aynı zaman diliminde, Türk Dünyası'nın orta ve güney kesimlerinde kalan bölgelerde ise Gazneliler, Memluklular, Suriye Selçukluları gibi Türk Devletleri kurulmuştur. Ancak bu devletlerin süreklilikleri kadar, millî kimliklerini koruyup korumadıkları da tartışmalıdır. Öte yandan, -millî ülkü olan- "Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi"nin devlet politikalarındaki yerinin ayrıca incelenmesi gerekir.
Hemen belirtelim ki, Türk devletlerinde idâreci kadronun veya millî bürokrasinin oluşmasını olumsuz yönde etkileyen sayısız faktörler bulunmasına karşılık; "seçkinler-aydın-halk farklılaşması" veya "merkez-çevre yabancılaşması", Türk sosyal yapısının ve devlet hayatının en önemli sorunlarındandır." (Erzurumlu, Sf. 45)
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, "21. Yüzyılda Türk Cihân Hâkimiyeti'nin Jeopolitiği" adlı eserinde de, Devlet olarak tâkîp etmemiz gereken s(ı)tratejileri n neler olması gerektiğini şu vecîz ifadelerle ortaya koyar:
"Türkiye, etken olduğu Türk coğrafyasındaki yeraltı ve yer üstü kaynakları ile yakın gelecekte Avrasya'da kıta devleti olma potansiyeline sahiptir. Cihan Hakimiyeti ülkümüzün yolu buradan geçmektedir.
Lider ülke Türkiye için, Türk Dünyası'nın jeopolitiğinin, millî bakış açısıyla değerlendirilmesi şarttır. Avrupa'nın ortalarından, Çin Denizi'ne, Sibirya'dan Orta Afrika'ya kadar uzanan coğrafya, Türklüğün etki sahalarıdır. Etki sahalarımız da varlığımızın sebebi ve Türk Cihan Hâkimiyeti'nin temelidir. Toplam 500 milyonu bulan Türk ve kardeş toplulukları, 2 milyarı bulan Türklük dışı İslâm ülkeleri, yine en az 2 milyar civarındaki üçüncü dünya ülkeleri, Türk'ün evrensel hedeflerinin dayanaklarıdır." (Bknz: Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, 21 Yüzyılda Türk Cihân Hâkimiyeti'nin Jeopolitiği", Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2013, Sf. 10)
Türk Milleti olarak; her türlü, silâhlı silâhsız, alenî veya sinsi kültür emperyalizmine karşı, insan-devlet münâsebetini 'âdil temeller' üzerine inşâ ederek, Şeyh Edebali'nin "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!" ilkesiyle, Türk Devletleri arasındaki irtibatı çok yönlü olarak kuvvetlendirmeliyiz.
Devlet; hakîkî mânâda, kendisini meydana getiren insan gücünün temsilcisi vasfıyla, birinci ilkesi "yaşatmak" ve "adâlet sağlamak" olarak, cihânşümûl kaidelerini tespit etmeli ve târihî bağları sağlam tutarak millî hedeflere yürümelidir.
Muhteşem Süleyman namlı Cihân Pâdişâhı Kanuni Sultan Süleyman, bunu en güzel, en mânâlı ve vecîz bir şekilde anlatmaktadır:
"Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi"
(Yâni; halk nazarında/gözünde/bakışında/idrâkinde/nezdinde, devlet gibi/iktidâr gibi önemli/değerli bir şey yok(tur). -Tıpkı bunun gibi-; bu dünyâda da, bir nefes sıhhat gibi devlet/iktidâr/güç olamaz!)
Türk devlet geleneği -zaman zaman ârızalı dönemler geçirmesine rağmen- çok sağlam temeller üzerine inşâ edilmiştir.
Temel fikir, Peygamber Efendimiz'in buyurdukları: "İstişâre eden pişman olmaz" hadîsleri ve elbette ki: "Allah, size, emânetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adâletle hükmetmenizi emreder." (Nisa, 58) âyet-i kerîmesidir.
"Emâneti ehline vermek" ve "adâletle hükmetmek", her devletin olmazsa olmazı'dır.
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu, Devlet nizâmının aksamadan yürüyüp yürüyememesinin keşfinden öte, nasıl güçlü devlet olunabileceğinin çârelerini de tecrübî ve ilmî misâllerle ortaya koymuş; ilgililere tavsiyelerde bulunmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.