BİR NESİL DİNSİZ YETİŞTİ
Bu ara biraz ilmi meselelere ağırlık vermek istiyorum ama siyasetten ve günlük politik konulardan da uzaklaşmadığımı, olup biten her şeyi bilgisayarımın ve beynimin hard diskine kaydettiğimi, konular birikince de yazmaya devam edeceğimi belirtmek isterim. Son yazdığım köşe yazısında okuduğum kitabın adını ve yazarını veremedim. Pek çok dostum arayıp sordu. Kitabın yazarı daha sonra FETÖ’den yurt dışına kaçtığından ismini vermek istemedim ama yazdıklarını başka kaynaklardan da teyit ettim, tamamı doğru. Bugün de önceki yazımda belirttiğim Atatürk dönemi öğretmen yetiştirme politikası adlı kitaptan alıntılar ve değerlendirmeler olacak. Kitap 2007 yılında Dr. Cemil Öztürk tarafından yazılmış. Türk Tarih Kurumu tarafından da yayınlanmış. Kitapta Tanzimat’tan önceki öğretmen kaynaklarından başlayarak, Darüluallimin-i Rüşdi, Darülmuallimin-i Sıbyan, Darülmuallimat, Darülmuallimin-i Aliye ve taşra Darülmuallimat kurumlarından başlayarak Milli Mücadele devri ve Cumhuriyet döneminde 1938 yılına kadar olan eğitim kurumlarında okutulan dersler ve eğitim politikaları ele alınmış.
Bu konu neden dikkatimi çekti derseniz, ülkemizin eğitim bakımından başladığı ve geldiği nokta ulus olarak hepimizi ilgilendiren ve geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın nasıl yetiştirildiği ve toplumu eğitecek öğretmenlerin nasıl eğitildiğini merak ettiğimden bu konuyu araştırma gereği duydum. Daha önce bu minvalde pek çok kitap okumuştum ama Devletin resmi Tarih Kurumu olan Türk Tarih Kurumunun kontrolünde yayınlanan bir kitaptan bu belgeleri okumak daha farklı geldiğinden bu kitabı merakla okudum. Bu yazıyı da Lâdik’teki kümesleri beklerken yazıyorum. İşçilerimiz ani bir gelişmeyle birkaç gün izin alınca eşimle ben ve daha sonra da oğlum tavukları bekleme işini üstlenmek zorunda kaldık. Tavukları bekleme işi deyince aklıma Muharrem İnce geldi. Seçimi kaybedince tavuk çiftliği kuracağım demişti. Hazır seçimi kaybetmişken gelse de şu çiftliği ona devretsek fena olmazdı… Aslında iş keyifli bir iş ama makine ekipmandan, civcivin sağlığından anlamazsanız sorun olur. Her neyse bu kadar gırgır yeter, geçelim konumuza.
Bir ülkenin ekonomik gelişmişliğinin yanında en önemli etken kültürel ve sosyal gelişmişliktir. Toplumun manevi huzurunu sağlamak ve iki cihan saadeti için de en önemli unsur Din eğitimidir. Osmanlı döneminde bu eğitim ağırlıklı olarak sıbyan mekteplerinden başlayıp, daha sonra medreselerde devam etmekteydi. Tanzimat’tan sonra devreye sıbyan okullarının yanı sıra Rüştiye okulları, Darülmuallimat dedikleri öğretmen okulları ve Darülfünun olarak adlandırdıkları Üniversiteler girmeye başladı. II. Mahmut yenilikçi bir padişahtı. Eğitim kurumlarını yenileme noktasında epeyce bir mücadele verdi. Sultan Abdülhamit Han da eğitime çok önem veren bir padişahtı. O da eğitim konusunda bir hayli ilerleme kaydetti. Cumhuriyet kurulmadan önce üzerinde en çok durulan konulardan birisi öğretmen yetiştirme konusuydu ki bu minvalde Darumuallimin ve Darülmuallimat olarak adlandırılan erkek öğretmen yetiştirme okulları ve kız öğretmen yetiştirme okulları açıldı.
Bu okulların yetersizliği nedeniyle zaman zaman eğitmen kursları açılarak kısa süreli kurslardan geçirilen ortaokul mezunları eğitmen olarak atandı. Ardından belli sınavlardan geçenler öğretmen olarak devam etti. Hatta ehliyet kursları da bu minvalde açılmıştı ama zamanla o işi Emniyet teşkilatına bıraktılar. Öğretmen yetiştirme konusuna çok önem verildi. Nüfusun %75’i köylerde olduğu dönemlerde köy öğretmen okullarına ağırlık verildi. Köy öğretmen okullarından mezun olanlar daha kıymetli öğretmenler iken şehir öğretmen okullarından yetişenler onlara nispetle biraz daha normal statüde görülmekteydiler. Cumhuriyet döneminde bu okulların yapımını ve öğretmen maaşlarını belli bir dönem il özel idareleri bütçesi karşılamış. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden harcamaları ve öğretmen maaşları ödenmeye başlanmış. Bu okullarda 1931 yılına kadar Din dersleri mecburi ders olarak okutulmakta iken Mustafa Necati Beyin Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Din dersleri müfredattan çıkarılıp yerine terbiye, jimnastik, askerlik, el işi gibi dersler konularak yaklaşık olarak 30 yıl Din dersleri müfredattan yer almamıştır. Sizin anlayacağınız bu ülkede 1931 yılından 1960’lı yılların yarısına kadar yetişen öğretmenler Din dersi okumadan yetişmişlerdir. Ben şahsen buna çok üzülüyorum, bizim toplumumuzun bunu hak etmediğini düşünmekteyim. Amacım şunu veya bunu eleştirmek değil ama bu gerçekleri toplumla paylaşmayı da tarihi bir görev olarak görmekteyim. O hiç beğenmediğimiz Kenan Evren dahi 1980 ihtilalini yapınca liselere Din kültürü dersini mecburi yapmıştı. Neden yaptı biliyor musunuz? Adam bir Kurban Bayramı gününde damadına ‘git vekâletimizi ver de kurban kestir’ demiş. Damadı sabah gitmiş, akşam dönmüş ve Evren’e kurbanı kestiremediğini zira açık noter bulamadığı için vekâlet veremediğini söylemiş. Evren de bunun üzerine liselerde Din dersini mecburi yapmış. Uzun lafın kısası Müslümandan kimseye zarar gelmez, hangi partili olursak olalım ama Allah’ımızı, Kitabımızı, Peygamberimizi tanıyalım, tanımasak da sonumuz belli diyerek sözlerine son veriyorum. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.