Bu Nasıl İhanet?
Evvelki gün internette haberlere bakarken, bir başlık ilişti gözüme: Mescid-i Nebevi ortadan kaldırılıyor mu? Evet, başlık aynen buydu. Şaşırmamak elde değil... Haberin devamından ve maket fotoğraflarından anladığım kadarıyla, yapılacak düzenleme ile Mescid-i Nebevi çevresindeki tarihi doku yok edilerek, yerlerine çok katlı oteller ve iş yerleri yapılacak. Mescid-i Nebevi ortada korunacak(!) ama gökdelenler mescidin etrafını saracak. Mescid-i Nebevi'ye yukardan bakacaklar... Nasıl bir düşünce, ya da nasıl bir kinin eseri bu?.. İnsan, tarihine ve geçmişine nasıl bu şekilde davranabilir?.. Yapılacak olan, ihanet değilse ne?
Sonra, bunun da bir son olmayacağını, Suudi yönetiminin yakın bir geçmişte Mekke'de yaptıklarını hatırlayınca, bunun da devamının geleceğini düşündüm. Dün Ecyad kalesini yıkarken kılları kıpırdamayanlar elbette bunun da devamını getirirler...
Tarihi ve kültürel mirasın korunmasından bahsettiğimiz bir sohbette Sayın Mimar Oktay Ekinci, Hayır, tarihi ve kültürel miras değil, tarihi ve kültürel emanettir bunlar. Miras üzerinde tasarruf hakkınız olabilir ama emaneti, gelecekteki sahiplerine teslim etmek zorundasınız. diye müdahale etmişti. Kimden ve hangi medeniyetten kalırsa kalsın, tarihi eserler insanlığın ortak malıdır. Geleceğe özenle taşınmalıdırlar.
Kaldıki, buradaki emanet, sadece bir tarihi kalıntı olmayıp, tüm müslümanların inanç rehberi, peygamberi, sevgilisi ve sevgi sembolü Hazreti Muhammed'in (Sav.) mezarının bulunduğu yerdir. Saygısızlık, öncelikle bu mukaddes mekâna karşı yapılıyor... Saygısızlık müslümanlara karşı yapılıyor... İşin kötüsü, bunu yapanlar da müslüman bir devletin, müslüman geçinen yöneticileri... Edep ya Hu...
Yavuz Sultan Selim'in, halife olduktan sonra okunan cuma hutbesinde adını Hakim-ül Haremeyn-i Şerifeyn (İki haremin, Mekke ve Medine'nin hakimi) diye okuyan hatibe müdahale ederek, Hakim-ül değil, hadim-ül Haremeyn-i Şerifeyn (İki haremin hizmetkârı) diye düzelttiğini yazar tarih. Bu ibare Osmanlı'nın sonuna kadar da böyle okundu. Ulu Hakan Abdülhamit Han'ın, Hicaz demiryolu inşaatı Medine'ye yaklaştığı zaman, balyozlara keçe bağlattığı anlatılır. Peki, ne değişti de bu duruma gelindi?
Bugün olanları anlayabilmek için yirminci yüzyılın başlarına gitmek gerekir. Batı emperyalizminin, böl ve yönet taktiği ile önce Osmanlı'yı arkadan vurdurduğu, sonra da istediği gibi parçalayıp yönettiği Arabistan Yarımadası, bugünkü siyasi yapısına durduk yerde gelmedi.
Osmanlı'yı anınca gözleri yaşaran Arap Halkının yanında, bir Osmanlı ve Türk düşmanı olarak yaşayan Arabistan Yarımadasındaki devletlerin yöneticilerini anlayabilmek için, o günleri çok iyi incelemek gerekir. O yarımadada yaşayan halkın büyük çoğunluğu hala Osmanlı özlemi içinde yaşar. Yöneticiler, özellikle de Suud'lu yöneticiler ise Osmanlı'dan iz kalsın istemezler. Çünkü onları o göreve Batı Emperyalizmi getirmiştir. Onlar da efendilerinin isteklerine göre hareket ederler. İşte bunun sonucudur ki, Osmanlı'dan kalan tüm eserleri bir bahane ile yıkarken, Lawrenc'in karargâh olarak kullandığı binayı restore ettirirler. Girişine de, kendi değerlerini(!) ortaya koyarcasına, altın kaplama yazılar ile "Suud halkının Osmanlı'ya karşı verdiği kurtuluş mücadelesinde Suud halkına yardımcı olan Lawrenc´in karargâhı" ibaresini yazdırırlar.
Yoksa, dünyanın en zengin coğrafyasında yaşayan bir halk böyle zillet içine düşer miydi? Elbette ki, Allah'ın da bir hesabı vardır.
Bugünkü yazımı, Şair Nabi'nin, hac yolculuğu sırasında, ayaklarını Mescid-i Nebevi'ye doğru uzatarak uyuyan birisine karşı irticalen söylediği bir mısrası ile bitiriyorum:
Sakın terki edepten kûy-ü mahbubu Hüda'dır bu,
Nazargâh-ı ilahidir, makam-ı Mustafa"dır bu.
(Sakın edebi terk etme, Hüda'nın sevgilisinin beldesidir burası,
Allah'ın nazar kıldığı yerdir, Hz. Muhammed'in (Sav.) makamıdır bu yer.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.