Kızılderili Reisinden Çevre Dersi...
Aşağıda, okuyucu ile bazı bölümlerini paylaşacağım mektup, 1854 yılında, dönemin ABD Başkanı Abraham Lincoln'e gönderilmiştir. Mektubu yazansa, Kızılderili Kabile Reisi Seattle...
Mektup, Beyaz Saray'daki Büyük Beyaz Reis! diye başlıyor. Çevrenin ne olduğu, daha doğrusu, ne olması gerektiği konusunda dersler içeriyor. Yerimin elverdiği ölçüde, mektuptan bazı bölümler aktaracağım. İşte o bölümler:
Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nası satın alabilirsiniz? Bunu anlamak, bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır...
Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak satın almak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir özveri olur. ...Derelerin ve ırmakların suyu, bizim için, yalnızca akıp giden su değildir. Atalarımızın kanıdır aynı zamanda.Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarımıza öğretmemiz gerekecek. Biz dereleri ve ırmakları, kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterecek misiniz kardeşlerimize?
... Beyaz adam, topraktan almak istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlamayız, biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı sesler, bir kelebeğin uçarken çıkardığı kanat sesleri duyulmaz.
Belki vahşi olduğum için anlayamıyorum. Ben ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka.İnsan bir su birikintisinin çevresinde toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne anlamı, ne değeri olur? Biz Kızılderiliyiz ve anlamıyoruz...
... Çocuklarınıza havanın kutsal bir şey olduğunu, havanın temizliğine önem vermek gerektiğini öğretmelisiniz. Hem nasıl kutsal olmasın hava? Atalarımızdoğdukları gün ilk soluklarını, ölürken de son soluklarını bu hava ile solumuşlardır.
Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz olacak: Beyaz adam bu topraklar üstünde yaşayan tüm canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka düşünemiyorum.
Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo (yaban sığırı) gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup vurup öldürüyordu. Biz Kızılderililer yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları...
Şu gerçeği iyi biliyorum, toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da başına gelmiş demektir.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız, bizimkinden başka bir Tanrı değil. ...Toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücü veren Tanrının kaderini anlamıyorum.Tıpkı, buffaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını, toprağın kirletilişini anlayamadığım gibi...
Bir gün bakacaksınız: Gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yaban atları evcilleştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusu ile dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış olacak...
***
Mektup bu cümlelerle bitiyor. Ne dersiniz? Ne zamandan beri bu cümlelerdeki durumla karşı karşıyayız? Ya da, ne zaman aklımız başımıza gelecek?
Ya da, kim vahşi?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.