"EVET EFENDİM"CİLİK....
Güçlü idarecilerin etrafında, kendi istemese bile dalkavuklar oluşur, iki yüzlüler etrafına doluşur. Zamanla öyle halka meydana gelir ki, halkanın dışındaki hayat ve gündem görülemez. Bazı idareciler bundan memnun da olurlar. Motivasyon olarak görürler, kendileriyle övünürler.
Siyasette ve idarede belirleyicilerin; "Evet Efendim"cilerle yürüdükleri söylenir. Bunda abartma olsa bile, her toplumsal söylemin mutlaka az çok bir karşılığı vardır. Hâl böyle olunca da; duruşu olan, hakikatı söyleyenlerin yerine merkez kurmay kadro iki yüzlülerle donanmış olur. Üstelik de, bu gayretin "hasbi" olduğu imâ edilir.
Belirleyici pozisyonda olanlar; alkışlayıcıların yerine, eleştiri getirenleri dikkate almaları halinde, toplumun ve halka dışında yaşayanların sesini duyacaktır. "Evet Efendim"ciler menfaat ve çıkarları için merkeze yaklaşmıştır, merkez üssü değiştiğinde onların da "Evet" dedikleri değişmektedir.
Yanlış iş ve işlemi ilgili ve yetkilisine söylemeyen, olayları çarpıtarak yanlışı doğru gibi sunan, iki yüzlülük ve dalkavukluk yaparak belirleyicileri yanıltan her kimse ihanet içindedir. Kamu görevlisiyse "Görevi kötüye kullanma" suçu işlemektedir. Siyasetçi ise, temsil ettiği konuma ihanet etmektedir. Toplum katmanından biriyse hak ihlali yapmaktadır.
Her durumu alkışlayanın duruşu yok, menfaati ve çıkarı vardır. Onlar belirleyicinin şakşakçısıdır. İşi değil kişiyi takip ederler. Kişiye yön gösterme yerine arkadan alkış tutarlar. Bu gibileri anlatmak için hikaye edilmiş bir anekdot vardır. Bu günlerde sosyal medyada çokça yer bulan bu anekdot konuyu en güzel biçimde ifade etmektedir.
"Eski zamanların birinde kudretli, haşmetli, akıllı bir padişah yaşarmış. Bu padişah, doğudan batıya dünyaya nizam verir, bilcümle işleri tamam edermiş. Padişahın çok sevdiği bir de dalkavuğu varmış. Dalkavukluk mesleğinde eşi bulunmaz bir üstat imiş. Lakin vakit erişmiş. Bu yetenekli dalkavuk rahmet-i Rahman'a kavuşmuş.
Bir ay, iki ay, üç ay dalkavuksuz idare eden padişah, bir süre sonra 'bu böyle olmayacak' deyip kendisine bir dalkavuk almayı murat etmiş. Vezirlerini çağırmış. 'Tiz elden çığırtkanlara haber verin. Memlekette kendisine güvenen ne kadar dalkavuk varsa huzuruma gelsin. Bizzat hepsini imtihan edip en kabiliyetlisini yanıma alacağım' diye emretmiş.
Memleketin dört bir yanına dağılmış çığırtkanlar. Elde davulları, dört bir yanda çığırmışlar: 'Haşmetli padişahımız, kendisine güvenen dalkavukları huzuruna bekliyor. En beğendiği dalkavuğu yanına alacak. Duyduk duymadık demeyin.'
Memlekette dalkavuk mu biter? Yüzlercesi, ilan edilen tarihte dayanmışlar sarayın kapısına. Öyle ki, kuyruğun bir ucu saraydaymış da diğer ucunu görene aşk olsun.
Kudretli padişah, tek tek huzuruna çağırmış dalkavukları. Hepsine ilk sorusu aynı imiş: 'Dalkavuk musun?'
Huzura çıkan dalkavuk namzetleri bu soruyu duyar duymaz başlıyorlarmış anlatmaya: 'Elbette dalkavuğum efendim. Hatta yedi sülalemiz dalkavuktur. Benim büyük büyük dedem de Nuşirevan'ın dalkavuğu imiş hatta…'
Padişah, kendilerini süslü sözlerle tanıtan dalkavukları huzurundan 'uygun değil' diye göndermiş akşama kadar. Öyle ki, o uzun sıra dalkavuk bulunamadan biteyazmış.
Akşamın son deminde, sıranın en sonundaki dalkavuk çıkmış huzura. Padişah, ona da sormuş 'dalkavuk musun' diye. Adam hiç duraksamadan 'estağfurullah' demiş, 'siz ki cihanın padişahısınız. Siz bizim dalkavuk olduğumuza hükmederseniz dalkavuğuzdur. Yok, dalkavuk olduğumuza hükmetmezseniz kapınızda bir paçavrayızdır.'
Adamın cevabını çok beğenen padişah, onu dalkavuk olarak işe almış.
Gel zaman git zaman, bu ufak tefek adam, eski dalkavuğu dahi aratmayan bir namlı dalkavuk olup çıkmış.
Bir gün padişah, patlıcan yemeği yiyormuş. 'Bugün patlıcan ne güzel' demiş. Huzurda bulunan dalkavuk, başlamış konuşmaya: 'Hakk-ı âliniz var efendim. Patlıcan öyle güzel bir nimettir ki. Hele turfandası. Yağı tamam konulursa bayıldısı ayrı güzel olur. Eti kıvamında olursa karnıyarığına doyum olmaz. Kızartması ayrı, dolması ayrı lezzetli olur. Hem fakir fukaranın göz aydınlığıdır patlıcan.'
Padişah, memnuniyetle dinlemiş dalkavuğun anlattıklarını.
Bir başka gün, padişahın sofrasında yine patlıcan yemeği varmış. Padişah bu sefer hiç beğenmemiş patlıcanı. 'Bugün çok kötü patlıcan' demiş.
Huzurda bulunan dalkavuk yine almış sözü. Başlamış anlatmaya: 'Hakk-ı âliniz var efendim. Bu patlıcan yararsız, kötü bir nimettir. Olgunu hemen çekirdeklenir, yenmez olur. Yağını biraz fazla kaçırsalar bayıldısı yenmez olur. Etini bir tamam koymazlarsa karnıyarığını at çöpe. Kızartması yağlı, dolması acı olur. Hem çabuk pahalanır. Fakir fukara istifade edemez.'
Padişah, dalkavuğun anlattıklarını ağzı açık dinlemiş. 'Ulan köftehor' demiş, 'sen değil miydin geçen gün patlıcanı yere göğe sığdıramayan. Şimdi niçin yerin dibine sokuyorsun nimeti?'
Dalkavuk, istifini bozmadan cevaplamış soruyu: 'Hakk-ı âliniz var padişahım. Geçen gün patlıcanı övüp göklere çıkaran da, bugün onu yerden yere vuran da benim. Zira ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum.'
Ne diyordu Nuşirevan: 'Adalet oldur ki a benim kıymetli karındaşım. Adalet oldur ki padişahın hakkı padişaha, patlıcanın hakkı patlıcana, dalkavuğun hakkı da dalkavuğa verile. Dalkavuk kendini ne padişah zannede ne patlıcan. Dalkavuk olduğunu bile de, öylece yaşayıp gide. Yoksa düzen karışır da tuhaf günlere ereriz hafazanallah."
Hiçbir değerlendirmeye gerek kalmadan bu anekdot, yazımıza başlık yaptığımız konuyu anlamaktadır. "Evet Efendim"cilik itaat değil ihanettir. Bunu engellemek de belirleyicilerin sorumluluğudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.