GELECEK ENDİŞESİ
İslâm tarihinden örneklerle konuya açıklık getirmek istiyorum. Saadet asrı, Ümmet için model dönemdir. İyi anlaşılır ve güncelleştirilerek, güne yansıtılırsa bugünün ümmetı için de huzur ve mutluluk vesilesi olur.
"Mukâtil b. Süleyman, hilâfetine bey’at edildiği gün Mansûr’un yanına girdi. Halife Mansûr ona dedi ki:
- Ey Mukâtil! Bana öğüt ver.
- Gördüğümle mi yoksa duyduğumla mı öğüt vereyim?
- Gördüğünle!
- Ey mü’minlerin emîri! Ömer b. Abdilazîz’in onbir çocuğu vardı. Ölürken onsekiz dînar tereke bıraktı. Beş dînara kefenlendi, dört dînara kabir satın alındı, geri kalan tereke de çocuklarına dağıtıldı. Hişâm b. Abdilmelik’in de onbir çocuğu vardı. Herbir çocuğunun terekeden payı, birer milyondu.
Allah’a yemin ediyorum, ey mü’minlerin emîri! Birgün, Ömer b. Abdilazîz’in çocuklarından birini gördüm: Allah yolunda cihad için yüz at tasadduk ediyordu. Hişâm’ın oğullarından biri de çarşı pazar dileniyordu."
Bu örnek, gelecek kaygısı için her yola tevessül edenlere cevap olacak niteliktedir. Doğru karar vermek, gerektiği gibi çalışmak, sonra da tevekkül etmektir Müslümanın düsturu. Çocukların geleceği için miras olarak maddi imkanların değil, eğitimin ve maneviyatın önemli olduğunu Peygamberimiz bildirmiştir.
"Biri, ölüm döşeğinde olan Ömer b. Abdilazîz’e sordu:
- Ömer! Çocuklarına ne bıraktın?
- Onlara, Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olmayı (takvâ) bıraktım. Eğer sâlih insanlar olurlarsa Allah sâlihlerin yönetimini üzerine alır. Eğer sâlih insanlar olmazlarsa, onlara Allah’a isyanda yardımcı olacak mal bırakmam."
Bu anlayış, İslamın misyon özetini ifade etmektedir. Salih olmayan evlâda servet yetmez, salih olanlara da servet gerekmez. Kural budur.
İnsanların çoğu, neslinin geleceğini güvenceye almak için kendini perişan etmektedir. Sanıyorlar ki, ölünce ellerinde mal bulunması, evlatlarını maddî servetler bırakması onlara güvence olacaktır. Tarihi gerçekler gösteriyor ki maneviyat olmayan evlatlara bırakılan servetler sadece günaha sermaye olmuştur.
"Kızı, ağlayarak Ömer b. Abdilaziz’in yanına geldi. O zamanlar küçük bir çocuktu ve o gün bayramdı. Babası sordu:
- Kızım! Niye ağlıyorsun?
- Bütün çocuklar yeni elbise giyinmişler! Ben, mü’minlerin emîrinin kızı olduğum halde eski bir elbise giyiniyorum.
Ömer, kızının ağlamasından çok etkilendi; hemen beytu’l-mâl sorumlusuna gitti. Dedi ki:
- Bana gelecek ayki maaşımı verebilir misin?
Yetkili, dedi ki:
- N’oldu ya emira’l-müminin? Vermemde bir engel yok.
Ömer, olanı anlattı. Yetkili dedi ki:
- Bir şartım var.
- Nedir o?
- Önceden harcayacağın maaşa karşı çalışmak için gelecek aya kadar sağ kalacağına dâir bir garanti.
Ömer, orayı terkedip eve döndü.
- Babacığım, ne yaptın? diye sordu çocukları.
- Ya sabredeceksiniz; hep beraber cennete gireceğiz, ya da sabretmeyeceksiniz ve babanız cehenneme girecek.
- Sabredeceğiz, babacığım!"
Devlet başkanı olan Hz. Ömer'in bu tavrı günün örnek alınacak tablosu haline gelmiş olsa, açlık ve yokluk söz konusu olmayacaktır. Şatafat ve lüks, seküler dünyanın enstrümanlarıdır. Bunlar, başta aileler olmak üzere, toplumları felç eden kapitalist dünyanın gelir kaynaklarıdır.
Allahu Teala dört şart karşılığı dört vaadde bulunmuştur:
Şükrederseniz arttırırım.
Beni anın ben de sizi anayım.
Bana dua edin, icâbet edeyim.
Onlar bağışlanma talep ederken Allah onlara azap edecek değildir.
Eğer bu şartlar yerine getirilirse bu vaadlerin yerine geleceğini kesin olarak bilmeliyiz. Gelecek kaygısıyla gelecek inşaa etmeye kalkmak, geleceği yok etmektir.
Tefekkür, şükür, zikir, dua, çalışmak ve tevekkül ; geleceğin mimari olursa gelecek doğru inşa edilmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.