"MEZOPOTAMYA RÛHU"
Tabiî ki, önce, Mezopotamya'nın nerede olduğunu bilmemiz gerekecek. Bugünün coğrafyasında, sâdece lâf olarak geçen "Mesopotamia/Mezopotamya", aslında milâddan öncesine âit bir kelime. Yunanca'da iki nehir arası demek... Yâni, Dicle ve Fırat Nehirleri'nin arası Mezopotamya'dır.
Yukarısı, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu'sundan başlar ve burası, Dicle ile Fırat'ın birbirlerine en yakın olan noktalarına kadar devam eder. Oradan îtibâren Basra Körfezi'ne kadar olan kısım ise, Aşağı Mezopotamya diye adlandırılır.
Bugün için; Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Türkiye ve Güneybatı İran, eski Mezopotamya'nın üzerindedir.
Buranın siyâsî târihinin, milâddan önce dört binlerde Sümerlerle başladığını târih kitapları yazmaktadır.
İşte, milâddan önce dört bin yıllarındaki "Mezopotamya ruhu", nasıl olmuş ise, söze gelivermiş, dillenivermiştir!.. Öyle bir geliş ki, bize, âdeta 'numûne'(!) teşkil bile edecek bir şahlanışla ve şahlanışta...Başımızı ellerimizin içine alıp, "Arkadaş, biz, binlerce yıllık mâzînin / kökün ve üç kıt'ada hüküm süren cihânşümûl onaltı devletin sâhibi îmânlı Türk Milleti değil miydik? diye, derin derin değil, acı acı düşünceye dalmamız lâzım!..
Demek ki, yeni millî ruh inşâsı ve tavsiyesiyle karşı karşıyayız!..İslâm'ın bayraktarlığını yapan şanlı ecdâdımızın bizi taşıdığı son merhale, son hedef son nokta demek ki, "Mezopotamya rûhu" imiş!..Yazık!!!
Türk'ün aslı, buradan mı neş'et etmiştir? Nasıl bir "ruh"tur bu?..
Avrupa Birliği'ne bu ruh ile mi girilecek bilemem ammâ, görünen o ki, tavır, hâl ve gidişat bunu gösteriyor!..Vay!!!
Bu millet- affedersiniz, Türk Milleti- nice 'Taklamakan Çölleri'nden geçmiş, nice Gavur Dağları'nı aşmıştır da düzlükte mi sendeleyecektir, dersiniz? Kat'iyyen!..Rabb'im göstermesin!..
Bu ruh; bize, Peygamber Efendimiz nezdinde:"Yâ Muhammed! Sana rûhdan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindedir. (Onun yarattığı varlıklardan biridir). (Bu hususda) size, az bir ilimden başka bir şey verilmemiştir."(İsrâ sûresi,15) emrince ve bu emrin ölçü miktarınca düşünülmesi gereken bir şeydir. Türk Milleti, bunun hâricinde bir "ruh" bilmez ve tanımaz; bilen ve tanıyanlara da muhabbet beslemez!..
Şimdilerde, ortaya çıkan "Mezopotamya rûhu", bizim, İslâmî ve millî ölçülerimizin dışında suflî bir telkin olarak kalacak, fakat târifi de ayrıntılı olarak verilemediği için, ne yazık ki, mes'ele, herkesin idrâkine bırakılmış olacaktır.
Bâzıları, onu 'esrarlı' bir tâbir gibi de görebilirler!..Bu da mümkündür!..Fakat, bizce, pek de öyle değil!..Îzahı, geniş geniş tahlili gerekir!..Meselâ...
Benim, şahsen, bundan, yâni "Mezopotamya ruh"undan anladığım şudur: Altı buçuk su bardağı Sümer tozu, üç buçuk çay bardağı çiğ Elam ineği sütü, dört buçuk kilo Akad keten tohumu tozu, iki buçuk küçük su şişesi Bâbil haşhaş tohumu tozu, iki buçuk fincan Asur leblebisi tozu, yedi buçuk kâse Fırat ile Dicle Nehirlerinden katıklanan ve Basra'dan da alınmış bir tencere tuzlu su karışımı, dokuz buçuk litre k(ı)ral kaymağı, on bir buçuk litre köle teri ve mutlak surette yıllanmış on beş buçuk kilo kabartma tozu karıştırıldıktan sonra, üzerine kahve değirmeninde öğütülmüş karabiber, ardından "bu millet"ten alınmış iki demet "benim milletim" yağı, gece ayazında bekletilmiş canınız çektiği kadar miktarda "mozayik" ezmesi, Kızıl Deniz sâhilinden Firavun soluklu birkaç metreküp kızgın kum ve buna ilâveten bir zeytinyağı tenekesi mısır unu da ekince ortaya çıkan bu karışımına "Mezopotamya rûhu' denir, diye aklımdan geçiyor.
İçinde, mümkün olduğu kadar Türk lâfı geçmeyen mahsullerden kokulu-kokusuz, acılı-tatlılı, dikenli dikensiz istediğiniz kadar da katabilirsiniz!..Az kalsın unutacaktım: Bunlara, Dolmabahçe'de, açılım rüzgârıyla korlanmış odun ateşinde pişirilmiş birkaç tencere de yalancı dolma ile birkaç çuval da Avrupa gübresi ekleyebilirseniz nefis olur!..Tek şart bu!..
Benim, tahminim böyle!..Bir de...
"Mezopotamya Rûhu"nda bulunan reel(!) popülasyon(!) da şöyle imiş!!!
Deniliyor ki: "Buradan Irak'a dönük sesleniyorum, Kerkük'teki Kürt'e, Musul'daki Arap'a, Şii'ye, siz bizim kardeşimizsiniz. Haseke'deki Kürt kardeşime, Halep'teki Arap kardeşime, Bayırbucak'taki Türk kardeşime sesleniyorum. "
Eeee!..
Buncağız şey için, onca büyük siyâsî otoritelerin tahliline ne gerek var değil mi?
Öyleyse; biz de 'boşver' mi diyelim?..Bunları, Türkiye Cumhuriyeti'nin en salâhiyetli ve mes'ul 'ağızlarından biri' söylüyorsa, biz de mi boşverelim!..Böyle söz olur mu?..
Demek istiyor ki; şunun şurasında, ne Kerkük'te Türk var, ne Musul'da, ne Haseke'de ve ne de Halep'te!..Ya!..
Meselâ; Amerika'da, Rusya'da, Almanya'da, Avusturalya'da, Çin'de...Türk var da, Kerkük'te yok, Musul'da, Halep'te...yok!..Diyeceksiniz ki, beyefendiler yok deyince yok mu olacak, o da ayrı!..
Aslında, biraz ince düşünürseniz, mâlûm bir zatın dediği gibi, dünyada TÜRK diye bir millet / ırk / kavim / soy da yoktur!..Kepâzeliği görüyor musunuz?..Fakat...
'TÜRK' varoldukça, onlar kahrolacaklardır, bunu böyle bilin!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.