YALAN'A DÂİR
M. Hâlistin Kukul
Şirin görünmek, az veya çok menfaat temin etmek, basit görünümlü işlerde bile kendine yakın bulduğunu kollayarak, ona, oldukça geniş imkânlar sağlamak için başkasını 'iknâ'ya çalışmak, 'kandırma'nın 'yalan'a dönüştüğü safhadır.
İnsanlara nezâketle davranarak yapılan ticâret veya herhangi 'iyi niyetli iş alış-veriş', bu 'iknâ' şubesinden değildir.
'Karşı taraf', söz'ün samimiyetinden tereddüde, kuşkuya ve endîşeye düşmemelidir.
Bize tavsiye edilen 'güzel söz' , bu değildir.
Güzel söz, ilkönce 'doğru' olmalıdır. Zâten; 'doğru olan' her söz de 'güzel' olur.
Lâf ebeliği veya cambazlığı yaparak, karşımızdakileri 'avlamak', 'ağa / tuzağa düşürmek' nasıl, 'doğru ve güzel' olabilir?
Deniliyor ki; "Adam, ne güzel konuşuyor. Olmamışı bile olur gibi ballandıra ballandıra anlatıyor'".
Konuşmanın içinde ne var, ne yok kimsenin umurunda değil! 'Olmamışı olur gibi' sunmak, sahtekârlığın, riyâkârlığın, dolandırıcılığın ve tabiatıyla, 'yalancılığın' âlâsıdır.
Böyle olunca da, yalan, toplum için büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar arasında çatışma, itimatsızlık ve huzursuzluk kaynağı olarak bünyeyi sarsmaktadır.
O hâlde; yalanı önleyici tedbirleri, 'maarif sistemi' ele almak zorundadır. Bu; hem ahlâkî, hem de kültürel bir mes'eledir. Türk kültüründe 'yalan' kadar kötü bir fiil yoktur. Mübârek dînimiz de, bize, yalan'dan sakınmayı emretmektedir.
"Allah, yerlerde ve göklerde ne varsa hepsini insan için yaratmıştır. " (Bakare, 29) ; "İnsan, yeryüzünde, Allah'ın halifesidir." (Bakare, 30)
Peki; Allahü teâlâ tarafından bu kadar ikrâma mazhar edilen insan, niçin O'nun emirlerine sâdık kalmak istemiyor / kalamıyor?
"Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkun! Ve sözün doğrusunu söyleyin." (Ahzâb,70)
Îkazına -haşa- kulak tıkamak, nasıl mümkün olabilir?
Peygamber Efendimiz nezdinde, bize ulaştırılan: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hûd, 112)
Âyet-i kerîmesi, 'yalan söyleyen bir dile' mühür vurdurmuyorsa, o dil, hangi mertebesizlikte bulunabilir/ bulunmalıdır!
Hazret-i Ali Efendimizin: "İnsan, dilinin altında gizlidir" mübârek kelâmının tahlilinden, bir cemiyet nizâmını keşfetmemiz gerekmez mi?
Maarif, sâdece sınıf içindeki 'öğrenmek /öğretmek' ile ilgili bir faaliyet değildir. Olsa bile, onda da çırpınıp durmaktayız. Burada, 'âile'nin önemi daha da artmaktadır. Fakat, o da, maarifle irtibatlı değil midir? Âile mensupları da sınıf'tan geçmiyorlar mı? O hâlde; âile-mektep, çok kuvvetli dayanaklarla birbirileriyle irtibat sağlamalıdır.
Yalan konuşan dile 'kilit vurulmalı'dır. Tabiî ki; "Bu, nasıl olacaktır?" sorusuyla muhatap olacağız. Evet, nasıl olacaktır?
Her şeyden önce, 'doğru konuşan ve doğru davranan insan' numûnesini meydana getirmemiz lâzımdır. Önce; Devlet erkanı, şâirler, edipler, san'atçılar, ilim adamları...bunda önder / kılavuz rol oynamalıdırlar. Çirkin sözden, kabalıktan, sakınmadırlar!..
Ahlâklı olmanın temel şartının, 'yalan konuşmamaktan' yâni doğru sözle başladığını herkesin zihnine nakşetmemiz lâzımdır.
Zor iş vesselâm!..
Aslında, sâdece: "Aldatan bizden değildir" veya "Îmân ile, yalan bir arada bulunmaz." hadîs-i şerîflerinin biri bile, mes'eleyi kökünden hâlleder!
"Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" ammâ, "Atı alan da, Üsküdar'ı geçer!"
" Mal da yalan, mülk de yalan; var biraz da sen oyalan!"
Deniliyorsa da, mal'ı da mülk'ü de, 'ülkü' hâline getirenlerin ihtirasından geçilmiyor!
Her ne kadar: "Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar", diye dudak ucuyla lâf ediliyorsa da, kimin ağlayıp kimin güldüğünü sâdece mazlûmlar, mağdurlar , mahrûmlar ve mâsûmlar biliyorlar!
Yalanı, boyunlarına 'tasma' yapanların, dünyâda da, âhirette de huzur bulabilmeleri mümkün değildir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.