“DİL”E HAKİM OLMAK…
“Allaha ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun” buyuran Peygamberimiz susmanın; hayırlı konuşmakla eş değer olduğunu belirterek, boş konuşmaktan insanları sakındırmıştır. Atalarımız; “Söz bilirsen söyle ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da seni insan sansınlar” demek suretiyle, kadim bir tecrübenin ürünü olarak, insan olmayı; yerinde konuşmakla eş değer tarif etmişlerdir.
İnsanlar çoğu kere konuşmadıklarına değil, konuştuklarına pişman olmaktadırlar. Pişmanlık söz konusu olunca da gönüllerde depremlerin oluşmasını engelleyemiyorlar. İnsan söylemediği sözün hakimi, söylediğinin de mahkumudur. Sır olan bilginin sahibi bu bilgiyle paşa paşa yaşarken, söyledikten sonra köşe köşe saklanmak zorunda kalmaktadır. Ağızdan çıkan sözün kişiye şahitlik ettiği ve hançer gibi zaman zaman sahibini yaraladığı bilinmektedir. Konuşmamak, konuşulanı inkar etmekten daha hayırlıdır. Zira kişi bazen konuşmaya zorlandığında söylediklerini bir zaman sonra inkar etmenin gayreti içerisine girmektedir. Konuşmamaya direnmek, konuşulanı inkar etmekten daha stressiz ve kolaydır.
Yerinde ve zamanında konuşmak, konuşmanın ölçüsünü bilmek; kişiyi konuşmanın olumsuzluklarından korur. Susan, yerinde ve gerektiğinde konuşanların; kafaları ve zihinleri daha dinlek, gönülleri daha rahat, kalpleri daha huzurlu olur. Susmasını bilenler her zaman kararlarını daha rahat ve isabetli verirler, muhtemel etkilerin altında daha az kalırlar. Ağızdan çıkan kelime ve cümleler ya karşıdakine fayda sağlar ya da zarar. Bu ikisi de olmuyorsa, boş konuşmaktan dolayı konuşanın zamanını alır. Peygamberimiz; “Susan kurtulur” buyurarak, konuşmanın tehlikelerine dikkat çekmiştir. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” beyanıyla Peygamberimiz, hak aramak için koşmanın, koşturmanın ve konuşmanın gereğini işaret ederek, yerinde ve gerekli olduğunda konuşulmasının altını çizmiştir.
Duygusallık ve hissiyat tercümanlığı çoğu kere kişiyi mağlup eder. Gönlün iknasını sağlamak için ve kalbin rahatlamasını temine yönelik konuşmak elbette faydalıdır. Ancak konuşulan konunun ve söylenen sözün sonuçları da dikkate alınmalıdır. Dil kolayca kişinin ve sahibinin kontrolünden uzaklaşabilir. Diline sahip olmayanların birçok felaket ve olumsuzluklarla karşılaştığı toplumsal bir gerçektir. Düşünmeden ve ölçüsüzce konuşmalar; karşıdaki insanların yaralanmasına, darılmasına, gönüllerinin kırılmasına, telafisi mümkün olmayan olumsuz sonuçların ortaya çıkmasının neden olur.
Dilin hataya düşmesi; boş ve lüzumsuz konuşmakla başlar, gönüllerin kırılmasıyla devam eder, huzursuzlukların oluşmasıyla da tahribatları görülür. Ağızların hayır kapısı olduğunu bilenler, dillerini şer konuların aracısı yapmaktan korurlar. Her konuya muhalefet etmeyi alışkanlık haline getirenler; genellikle dillerinin kendilerine kurduğu tuzağın kurbanı olurlar. Hasetlik ve fesatlık, çekememezlik ve hırs; dilin yanlış, boş, zamansız ve olumsuz konuşmasına neden olur ki, büyük ölçüde tahribatların nedenleri de bundandır.
Mevlana; “Anlayana konuşmazsan/anlatmazsan zulmetmiş olursun, anlamayana da anlatırsan/konuşursan zulmedersin” demiştir. Büyük insanlar az konuşur çok çalışırlar, az uyur çok düşünürler, az yer çok infak ederler. Yerinde hareket etmesini bilen ve zamanını/mekanını dikkate alarak konuşan kimseler akıllı insanlardır. Düşündüğünü söylemek, ihtiyaç olduğunda konuşmak insan olmanın gereğidir ama gerektiğinde susmak da “Erdem”dir. Atalarımız tarihin tecrübesinden süzülen bu anlayışla; “Söz gümüşse sükut altındır” demişlerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.