Sinemasal Bakış
Gerek sinemalarımızda gerekse televizyonlarımızda en çok oynatılan filmler Amerikan sinemasına aittir. Bundan pek çok kişinin rahatsız olduğuna çok kez şahit oldum. Çünkü öncelikle sinemanızı tek bir bakış açısına açtığınızda, bunun seyirciyepek bir getirisi olmayacaktır. Ayrıca çeşitli ülkelerin ve çeşitli yönetmenlerin filmlerini izlemeye gayret eden biri olarak, tek tip sinemanın 'tektipleşme'nin de önünü açacağını düşünüyorum. Uzun yıllarla birlikte kültürümüze Amerikan filmlerinden birçok cümleler, ukala davranışlar, egoist tavırlar eklendi. 70'lerde başlayan Western furyası ile kovboylar, şerifler, soyguncular, hırsızlık, silah ve paraya olan hayranlık, insanlara arkadan çelme takma gibi öğeler sinemalarımızda boy gösterdi. Daha sonra Dallas, Yalan Rüzgarı, Cesur ve Güzel gibi dizilerle birlikte Türk halkı kanaat etme, çalışkanlık ya da toplum içinde toplumla birlikte yaşamak gibi özelliklerine nazaran; paraya, güce ve ihtişama hayran olmak davranışlarını kanıksadı. Bu dizilerin ardından hiç mi kaliteli ve toplum yapımıza uygun diziler izlemedik? İzledik elbet; Beyaz Gölge, Kara Şimşek, Alf, Bill Cosby Show gibi diziler aile bağları ya da sevdiklerimizin mutluluklarına ortak olmayı pekiştiren yabancı dizilerdendi. Ve yayınlandığı dönem içinde önceki saydıklarım gibi kitleleri etkilemeyi başardılar.
Sonra 90'lara etkin olan 'Yeniden Amerikan Rüyası'nı gerçekleştirme planları dahilinde güçlü Amerikan toplumunu - onlar ulus diyorlar, ben bu fikre katılmıyorum- yaratabilmek sevdasına düştüler. Hala da aynı yolda oldukları söylenebilir. 90'larda bolca Rambo, Terminatör, Superman, Örümcek Adam ya da Batman izlememizin sebebi büyük ölçüde buydu. Örneğin Vietnam'dan büyük bir hüsranla çıkmış da olsa uydurma hikayelerle kendi toplumlarına masal anlatmaya, boş kahramanlık hikayeleri çevirmeye başladı Hollywood. Ya da Örümcek Adam ve Superman'in hangi filminde ya da çizgi macerasında bir zencinin hayatını kurtardığını gördük? Beyaz, güçlü, zengin Amerikalı prototipiydi çizilmek istenen. Filmlerde uzaylılar hep Amerikan kentlerine gelir, bir virüs salgını hep Amerika'nın başını yakar ya da tüm olağanüstü durumlar bir Amerikan kasabasında görülür. En zor durumlarda kurtarıcılar hep Hristiyan Amerikalılar olur, tüm teknik cihaz hep onların elindedir.
Aslında burda anlaşılması gereken nokta, gerekli cihazların Amerika'nın elinde oluşu değildir. Hollywood sinemasının ve büyük yapımcı şirketlerin Amerika'nın oluşundadır. Sevgili Oktay Sinanoğlu Hoca'mız kitaplarından birinde çok net şekilde yazmıştır: 'Amerika iki şey üretir' der. 'Sinema ve silah'. Bunlar alakasız da görünse aslında her açıdan Amerika'nın hesabına işlemektedirler. Sinemasıyla her şeye gücünü yetirebileceğinin özgüvenini konuşturan bir Amerika, aynı zamanda Rambo'nun reklamını yaptırdığı silahları üretir ve pazarlar. Silahlanma karşıtı bildiri ya da anlaşmalara imza atmaya yanaşmayan Amerika'yı bugünkü zenginliğine getiren de, 1. Dünya Savaşı'nda savaşa girmediği halde her iki tarafa da silah satışı olmamış mıdır?
Ya da günümüzden örnek vermek gerekirse İran'ın her uzak menzilli füze denemesinde ensesinde bitmesi ve buna izin vermemesi, kendisinin çeşitli bomba denemeleri için Kuzey/Güney Kutbu'nu kullanmasına rağmen Irak ya da Suriye'ye bu tür deneyler için hayır demesi bunun en açık örneği değil midir?
İşte bundan dolayı her izlenen filmin altında yatan metin iyi okunmalı, diğer ülke sinemalarına da kişisel gelişimimizde yer vermeli, ülkemiz sinemalarını diğer fikirlere de açmalıyız. Tıpkı Yeşilçam'ın kendini tekrar etmesini istemediğimiz gibi...
Not: Geçmiş Şeker Bayramı'nız kutlu olsun.