Sorun Değişmedi
Yine bu köşede 6 Mayıs 2009 tarihindeki yazımın başlığı 'Sorun Feodal Düzen Sorunudur' idi. Yazıda Diyarbakır'da okumak isteyen on üç yaşındaki kardeşimiz Meryem'in, on beş çocuklu üvey babası ve öz annesinin okuldan almalarına karşın okuma mücadelesindeki kararlılığını, gerekirse Çocuk Esirgeme Kurumu'nca sahiplenilmek istemesini, olayların gelişmesi üzerine intihara kalkıştığını belirtmiştim. Meryem'e okuma mücadelesinde en aydınlıkçı yardım, öğretmeni Sezen Demirkol'dan gelmişti. Meryem'in hastanede de yanında olan Sezen öğretmen, Ağustos sonunda bana bir e-posta atmış ve basında ne kadar yazılıp çizilse bile, hiçbir şeyin orada bulunmak, olayları bizzat içerden yaşamak gibi olmayacağını belirtmişti.
Biz gazeteyi elimize alır ya da internetten sayfa sayfa tıklayarak okur geçerken, makalelerin, üçüncü sayfa haberlerinin kahramanları orada gerçekle yüz yüzedirler. Biz sayfayı çevirip geçsek, belki derinden üzüldüğümüz haberler bile olsa hayat gailesi vb. içinde aklımızdan uçar gider. Ama kahramanlar o sayfadan atlayıp o ortamdan kaçamazlar ki! İşte bu öğretmen bayan da Meryem'in elinden tutup onu o ortamdan kurtaramazdı. 'Devlet kurtarsaydı' diyoruz, doğru; ama bir düşünelim, devlet bu kadar zaman medyanın ve halkın ittirme kuvvetiyle Münevver'in katili Cem Garipoğlu'nu yüz doksan yedi gün sonra 'kendi kendine teslim oluşu sonucu' ele geçirmişken... Halkın yerinde tepkisi sonucu bazı işler çözülmek zorunda kalınırken... -Aslında hepsinin çözülmesi lazım; ama bu ülkede birlikte yaşıyoruz, ne demek istediğim az çok anlaşılıyordur.- Meryem olayında olduğu gibi, belki daha önceki okumak için hayatını ortaya koyan kızlarımızda, kan davasının sebep olduğu yıkımları gözler önüne seren durumlarda ya da nicesinde, devletin yaklaşımı çok daha kesin ve kat'i olmalıydı. Ama biz olayların arkasını göremedik; çünkü sayfayı çevirince olayın arkası görünmüyor.
Meryem Diyarbakır'da kaldı, öğretmeni türlü baskılar gördü; orada yerleşik kültür olan toprak ağalığı, iktisadi ve siyasal literatürde 'Feodalite' kiminin yüzyıllardır işine geldi, kimi düzeltemedi, canıyla ödedi, kimiyse günümüzde olduğu gibi oralardan ekmeğine yağ sürüyor. İçimizin en çok acıdığı noktaysa bu kölelik düzeninde kadınların, en çok kadınların ve kızların ezilmesi, hor görülmesi, belki de canlı canlı ölmesinin yeğlenmesidir. İnsan, eğitim, hukuk, kültür ya da medeniyet denen kavramlardan ziyade; kar, hırs, mevki, petrol, toprak, oy, kitleler... gibi kelimeler kullanılıyor daha çok.
Sezen öğretmen de ülkesinin okullarının ona kazandırdığı eğitimin bilinciyle Meryem'e yardım ederek ülkemizde bir ışık daha yakmak istedi. O'na ve Meryem'e yardım edenler ve etmek kararlılığında olanlar da vicdanlarıyla, bilgileriyle, olanaklarıyla hazırdılar bir çocuğu topluma kazandırmaya. Ama dediğimiz gibi, toprak düzeni, iktisadi düzen, kültürel altyapı değişmedikçe - ki hepsi birbirine bir zincir gibi bağlıdır- ne o bölge için ne de ülkemizin tamamında yüz yıllardır konuşulan sorunlar çözüm bulmayacak.
Sezen Hanım bana bir e-posta atarak bir kez daha mesleki yürekliliğini göstermiş oldu, ben de elimden gelen neyse onu yapmaya; öğrenmeye ve yazmaya devam edeceğim. Kiminin çok sevdiği sözler var hani, 'talihsiz bir açıklamaydı, talihsiz bir durumdu, böyle olsun istemezdik, keşke bunlar olmasaydı...' gibi. Bize lazım olan suya sabuna dokunmayan cümleler değil; 'ne yapmalıyız, nereden başlayalım, haydi başlayalım!' cümleleridir. Oturduğumuz yerden konuşarak değil, ayağa kalkıp çözüme katılarak ülkemizin hakkını ödeyebiliriz. Okullar açıldı, tüm öğrencilere başarılar...