ALLAH İÇİN DOĞRUYU SÖYLEMEK GEREKİRSE
Konumuza girmeden önce bir hususta sizleri bilgilendirmek istiyorum, Ak Parti İl Başkanı Muharrem Göksel uzun yıllardan beri tanıdığım, görüştüğüm bir insandı, doğrusu severdim de onu. Ancak bu onun yanlışlarına eyvallah edeceğim anlamına gelmezdi. Kendisine birkaç kez teşkilattaki yanlış insanlarla ilgili ikazda bulundum. Bana “tamam” demiş olmasına rağmen arka planda farklı davrandığını öğrenince hakkındaki düşüncelerim değişmeye başladı. Zatı Muhteremin Çağatay Kılıç’la ilgili yaptığımız haberlerden ötürü benden rahatsız olduğunu öğrendim, bu nedenle de bize Reklam konusunda ambargo uygulamış ve ilgili birimdeki arkadaşa “tüm gazetelere verin ama Denge gazetesine vermeyin” demiş. Aynı şeyi Çağatay Kılıç yapmıştı, Olimpiyatların başlayacağı günden bir gün önce Olimpiyat sorumlusu, önce bizim Spor Müdürümüzü arayıp, tüm gazetelerin birinci ve son sayfalarını istediklerini söylediğinde Spor Müdürümüz kendisine; “biz gazete olarak birinci sayfamızı verme konusunda bugüne dek böyle bir uygulama yapmadık ama son sayfayı verebiliriz.” Deyince, bu kez aynı Olimpiyat sorumlusu beni arayıp; “Çağatay Bey’in özel ricasıdır, bu Olimpiyat Dünya’da üçüncü Olimpiyattır. Mümkünse ilk sayfayı da verir misiniz? ” dedi. İlk sayfayı vermemizi isteyince oyun bozanlık olmasın diye “olur” dedim. Ancak akşam saatlerinde aynı Olimpiyat sorumlusu bana; Bakan Bey’in tüm gazetelere onay verdiğini ama Denge Gazetesine onay vermediğini söyledi, ben de “sorun yok” dedim.
Çağatay Bey, Bakan olduğu günden itibaren hakkında en ufak bir olumsuz haber yapmamış olmamıza rağmen neden böyle davrandı diye merak etmedim değil, daha sonra Muharrem Göksel’in de aynı davranışta bulunmasının ardından olayın arkasında kimlerin olduğunu öğrenmiş oldum. Bu şehirde, arka planlarında çetelerin olduğu bilinen gazetelere dahi olumlu yaklaşıp bizi dışlamak isteyen kim olursa olsun bedelini ödemek zorundadır, zira biz belgesiz, evraksız veya şahitsiz haber yapmayız. Buna rağmen üç kuruşluk reklam için Allah kuluna taviz vermeyeceğimizi bugüne kadar öğrenemedilerse, bundan sonra öğrenirler. Bu konuda şimdilik bu kadar yazdıktan sonra gelelim asıl konumuza..
Süleyman Sırrı Hoca Kamu Hastaneleri birliğine atandığında yanlış bir atama olduğunu, oradaki Mehmet Çelebi’nin veya Yılmaz Dündar’ın daha doğru tercih olacağını yazmıştım. Bunu yazma nedenim Süleyman Sırrı Hocanın daha önce Araştırma Hastanesinde yaptığı yöneticilikte başarılı olmasıydı, yoksa kendisine en ufak bir kinim, garezim veya aramızda yaşanmış bir olay yoktur. Ancak son günlerde bazı basın, yayın organlarında çıkan yazıları ve haberleri görünce adama haksızlık yapıldığını, doğru olan neyse yazmamın gerektiğini düşünerek bu yazıyı kaleme aldım. Yaklaşık iki aydan beri siyasetçilerin uğraş verdikleri konulardan birisi se Kamu Hastanelerindeki yöneticilerin atanması ile ilgili uğraşlarıydı, bu konuda perde arkasında yaşananların yüzde doksanını çok iyi bilmeme rağmen atamalar yapılmadan yazmak istemedim. Zira böyle önemli bir konuda yazıp çizersem vebal alabilirim endişesi ile yazıp çizmedim, haber de yapmadık. Ancak, son çıkan haberler bir hayli canımı sıktı, canını sıkan nedir? Derseniz, öncelikle Süleyman Sırrı Hocaya büyük haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. Zira, Ağız Sağlığı ve Diş Hastanesinde olup bitenleri çok iyi biliyorum, eski Yönetici olan arkadaşın ismi sisteme düştüğü için sözleşme yapmaksızın oraya gidip oturması fevkalade yanlış bir durumdu. Ancak Süleyman Sırrı Hoca en başından beri o arkadaşın atanmasına karşıydı, onun Yönetici olmasını değil, mevcut Başhekimin devam etmesini istiyordu, bu yönde de Ankara’ya yazı yazdığını biliyorum.
Eski Yönetici olan arkadaş kendi adı sisteme düşünce Kamu Hastaneleri Birliği ile sözleşme yapmadan gidip oraya oturmamalıydı, bu fevkalade yanlış bir şeydi ancak Süleyman Sırrı Hoca da onunla sözleşme imzalamamak için adeta kendisini ortaya koyduğunu çok iyi biliyorum. Şimdi kalkıp Süleyman Hoca’yı suçlamak vicdansızlık olur. Adam işin başından beri bu atamanın karşısında olduğunu muhatabına dahi söylemiş. Kaldı ki bu bilgeleri Süleyman Hoca’dan da almış değilim, tam aksine o ortamlarda bulunan bürokratlar ve yakınlarındaki insanlardan aldım. Hatta Ankara’dan direk muhataplarından aldım dersem abartmış olmam. Eski Yöneticinin tayini konusunda yerel siyasetin müdahalesi yok, sadece Muharrem Göksel’e eski İl Yönetim Kurulu üyesi bir Medikalcinin rica ettiğini, onun da olmaz demediğini biliyorum, onun dışında olayın Ak Parti Genel Merkezinden ve Ankara’da bulunan bir Medikal firmanın müdahalesiyle gerçekleştiğini biliyorum. Şimdi kalkıp Süleyman Hoca onu niye o makama oturttu? Demenin ne anlamı var anlamış değilim, adamın eline silahı, baltayı, kamayı alıp gidip o arkadaşı oradan aldıracak hali yoktu. Yapması gereken soruşturma açmaktı ki zaten onu da yapmış bildiğim kadarı ile. Şimdi olayın arka planını öğrendiğiniz kanaatindeyim, öyle yazılıp çizildiği gibi değil. Bugünlük de bu kadar, kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.