BAZI ŞEYLERİ ANCAK ÇÖZÜYORUM
Bu şehirdeki gerek siyasetin, gerek ticaretin, gerekse sosyal hayatın arka planında olup bitenleri en iyi bilenlerden birisi olduğumu düşünmekteyim. Ama her şeyin arka planını çözmek mümkün olmuyor. Zaman zaman bazı konuları çözemediğim ve acaba bu neden böyle dediğim hususlar olduğu muhakkak. Çözemediğim konularla ilgili de yorum yapmaktan kaçınırım. Uzun zamandan beri çözemediğim konulardan birisi de Vezir Hazretleri ile dört yıl birlikte ağabey kardeş gibi çalışmış olmamıza rağmen, en yakınında olmama, hatta en çok önem verdiği iki kişiden birisi olmama rağmen adamın neden bana güvenemediğini hep merak edip kafamda soru işareti olarak taşımışımdır. O’nun en sıkıntılı işlerinde yanında olmuşum. Yapılan operasyonda Samsunspor’a neden para topladığımız, talimatı kimden aldığımız sorgulandığında Vezir Hazretleri’nden talimat alarak yapmış olmamıza rağmen “Hayır efendim, biz bu şehirde yaşıyoruz, bu kulüp hepinizin ortak değeridir, o nedenle kulübün sıkıntıdan kurtulması için kendi isteğimizle topladık” diyecek kadar O’na karşı sadık davranmış olmamıza rağmen adam bize hiç güvenmedi.
Bırakın güvenmeyi, biz içerideyken bir kez olsun ziyaretimize dahi gelme gereği duymadığı gibi avukatlarıyla ve adamlarıyla “Aman haa benim ismimi vermesinler” diye haber göndermekten de geriye kalmıyordu. Merhum Kayıkçıbaşı ile ben de hiç ikiletmeden ne dediyse hepsini yaptık -ki adamlığımızın gereği de buydu-. Ama biz içeriden çıkınca adamın tavrı adeta keşke çıkmadaydınız da biz de sizden kurtulsaydık şeklindeydi. Beden dili bunu diyordu ama ifade dili farklı söylüyordu. Ben bunu çok rahat çözdüm de merhum Kayıkçıbaşı’nın eşi, bizim Cihan Hanım, O’na çok ısrar etti ayrılmaması için O da ayrılmadı. Ama çok enteresandır Kayıkçıbaşı’nı da benim gibi sokağa koyunca, hem kendisi hem de Cihan Hanım O’nun gerçek yüzünü gördüler ve merhum Kayıkçıbaş’ının cenazesinde Cihan Hanım, Vezir Hazretleri’ni Alaçam’daki cenaze evine sokmadı; dışarıda kalarak cenazeye katılmak zorunda kaldı.
Ben ve merhum Kayıkçıbaşı içeriden çıkınca gazete kurmaya karar verdiğimizde ilk önce olur vermesine rağmen daha sonra Yelken Kulüp’te beş kişinin katılımıyla gerçekleştirdikleri toplantının ardından vazgeçmişti. Merhum Kayıkçıbaşı bu işe çok bozuldu ama yine de O’nunla yola devam etmeye karar vermişti. Aslında Vezir Hazretleri’nin sıkıntısı Kayıkçıbaşı değil bendim… Kayıkçıbaşı da benimle hareket ettiği için O’na da kızıyordu. Şehrin Baronlarının Vezir Hazretleri’ni ikna etmesinin ardından bizi yanına çağıran Vezir Hazretleri durumu bize anlatırken kendisine anlatılanlara hak verdiğini, hatta Antalya, Konya Belediye Başkanlarını arayıp istişare ettiğini, onların da gazete kurulmasına karşı olduklarını söyleyince ben hiç bir şey demeden “Takdir sizin” deyip çıktım. Kayıkçıbaşı da zannetti ki ben vaz geçtim… Oysaki ben adamın durumunu anlayıp kendime yol haritası çizmek üzere O’nun yanından ayrıldım. İşin garip tarafı adam ondan sonra yaklaşık yedi yıl bir gazeteyi finanse etti. Daha sonra Yeşilkent bölgesinde öyle bir adamın üzerine bina yaptı ki adam alkol almaktan gece altına verecek kadar ileriye giden bir adam olmasına rağmen ona güvenip üzerine yatırım yapması çok garibime gitmişti. Bize gazete kurdurmayan bu zat, daha sonra tüm giderlerini Belediye’nin karşıladığı gazeteyi matbaasıyla birlikte kurup başkasının adına yapması bize olan itimatsızlığının deliliydi.
Bu sorular sürekli kafamda dururken 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ortaya çıkan duruma bakınca gerek yapılan gözaltılarda ve tutuklamalarda, gerekse ortaya çıkan bazı resimleri görünce olayların arka planında Cemaat’in yattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Zira benden sonra benim yerime gelen Cukkacıbaşı her şeyi yapmasına rağmen adama kimse dokunmadığı gibi her türlü destek verildi. Ben orada iken adeta her gün benim görevden alınmam için mücadele edenler daha sonra ortalıktan kayboldular.
Benim görevden alınmam için en büyük mücadele verenlerin başında Hacıkerimoğulları ve Cemaat’in diğer bireyleri vardı. Gazeteyi kurduktan sonra aynı yapılanma beni ekonomik bakımdan bitirmek için her türlü yola başvurdular. Vezir Hazretleri’ne yakınlığı ile bilinen Recep Asal sahip olduğu işletmelerden tutun da Çarşambalı araba bayileri, Fahrettin Ulusoy, Sakarya Dersaneleri ve Cemaate bağlı okulların ve dersanelerin tamamı, bırakın reklam vermeyi gazete abonesi dahi olmadılar. O kadar enteresan bir dirençle karşılaştım ki anlatamam. Adamlar öyle acayip örgütlenmişler ki neredeyse gazetenin okunduğu yerlere gidip tek tek toplayacak kadar çalışıp bu işi üzerlerine vazife edinmişler. Saathane’de bir baharatçıya beni Kafir demişler; adam abonemizdi, gazeteyi kapısından içeriye koymadı daha sonra. Aynı şekilde Feza Okulları’nda okuyan çocuklara benim komünist olduğumu, ateist bir inanca sahip olduğumu söylemişler. Okuyan çocuklardan birisi yakın arkadaşımın kızıydı, Babasına gelip demiş ki “Adnan Amcam için öğretmenler böyle iken böyle dediler” babası da O’na yalan olduğunu anlatana kadar göbeği çatlamış. Şimdi neden bu kadar büyük dirençle karşılaştığımı ve Vezir Hazretleri’nin neden bana güvenmediğini anladım ama biraz geç kaldım. Keşke ben de onlara aklımı kiraya verseydim de hiç sıkıntı çekmeseydim(!).. Ne dersiniz? Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.