Bi 'rey' Değil, Birey Olmak
Bu köşede sizlerle hep ciddi konular hakkında konuşmaya gayret ettim. Toplumca yaşadığımız trajikomik durumlara bile mantık yönünden yorum getirmeye çalıştım.
Seçim tarihi yaklaştıkça yazılarımı ciddiyetle takip eden okurlar da hak vereceklerdir ki, daha politik bir pencereden bakmak oldu tercihim. Çünkü madem bu köşede haftada bir yazıyorum; uğraşım her zaman yurttaşlarn sandığa daha bilinçli gitmesiydi. Bu köşe haftada bir gün bana emanetse, onu elimden geldiği ölçüde özenli kullanmak, zaten benim birinci görevimdir. Buradan hareketle sizlerle bu hafta bir kaygımı paylaşmak istiyorum:
20 Mart 2009 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde oldukça dikkati çeken bir haber vardı. Bir yılı aşkın süredir devam etmekte olan Ergenekon soruşturmasının uzun süre sonra yazılan ikinci iddianamesinde bir niteleme vardı: 14 Nisan 2007 tarihli Tandoğan Mitingi ve onu izleyen tarihlerde İstanbul, İzmir, Samsun... gibi çeşitli illerimizde gerçekleştirilen Cumhuriyet Mitingleri'nden 'darbe girişimi' diye söz ediliyor! Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki belki de en geniş katılımlı bu 'muhalif' mitinglerin özellikleri neydi? Mitinglerin organizatörlerinin küçümsenmesi hatta dalga geçilmesi; fakat Tandoğan'da görmezden gelinmek istenen bu kalabalıkların sonraki mitinglerde basın olarak adeta peşinden koşulması; bu mitinglerin iktidarda büyük bir tedirginlik yaratması; miting organizatörlerinin, konuşmacılarının, destekleyicilerinin büyük çoğunluğunun şimdi Ergenekon'dan 'içerde' olması ya da gece yarısı evlerine baskın yapılmış olması... olabilir mi? Bunlar belki de en önemli özellikleri. Ama bu kadar büyük bir kalabalık, yüz binlerce insanın kamera kayıtlarıyla bile fişlenmesi ya da saptanması mümkün değil elbette. Peki bu kadar insanın bu 'demokratik' yollarla gerçekleştirdiği, bu yasal mitingler neden darbe girişimi olarak niteleniyor? Bunu organize edenler, darbecilikten soruşturulurken elbette bu eylemin (eylemden kastım, harekette bulunmak anlamındadır) içindekiler de olsa olsa darbe girişiminde bulunmuşlardır kuşkusuz mu denmeli?? Bu size mantıklı mı geliyor, düz mantık gibi mi geliyor ya da ne düşündürüyor?
Peki aynı gemide yol aldığımızı biliyorken; geminin su aldığını ya da direklerinin kırıldığını görmek, bunu söylemek, yazmak, duyuramazsanız haykırmak sizce nedir? Yine de haykırdığınız, haber verdiğiniz için haksız ya da 'suçlu' kelimesi ile itham edilmek sizce nedir? Kararı, seçimi, tercihi size bırakıyorum elbette.
Belki de suç, tüm bu şehirlerdeki organizatörlerdedir; neden içi boş buzdolabı dağıtmadılar ya da beşinci sınıf makarna atmadılar insanların kafasına kafasına! Sorulacak soru bol ülkemde; benimse tek isteğim bu soruları her yurttaşın sorabilmesidir. Şuanda da durum fena sayılmaz, başbakanın, bakanların yüzlerce korumadan oluşan ordusunu aşan, 'haykırarak sorusunu sorup' dışarı atılabiliyor! Bu da bir gelişme(!) tabi...
Son bir dileğim daha var ki bunu birçok gazetede birçok başka köşe yazarı da dile getirmekte; 'ben gitmezsem ne olur' diye düşünmeyelim, sandığa gidelim. Bi 'rey'den ne çıkar diye değil, 'bireysel' hakkımızı kullanalım, oy kullanalım. Bu pazar sandıkta buluşalım.
İyi seçimler...