Bitmeyen Oyunlar
Ülkemizde yine çeşitli oyunlar sergileniyor. Yine hareketli bir gündemimiz var. Bu öyle bir hareket ki, topu topu haftada bir yazı yazıyorum; ama uzun süre karar vermekte zorlandım yazıma hangi konuları alayım diye.
Öncelikle en taze haberden başlamak lazım. Abdullah Gül'ün bugün onayladığı yeni yasa teklifi... Askerin artık sivil mahkemelerde yargılanmasını içeren teklif. Kimi diyor ki 'bu, yargı birliğinin gelişimi için iyidir' kimi diyor ki ' korkuya gerek yok, bu nasılsa Anayasa Mahkemesi'nden dönecek' kimiyse zil takıp oynamaya başlamış...
Kişisel fikrimce zaten ben bu onayın geleceğine kesin gözüyle bakıyordum; fakat onay gelmese de şaşırmayacaktım o derece iki uç arasında kaldık çünkü milletçe. Hangi fikri taşırsak taşıyalım 'askeriye' bizim ortak paydamız olduğu için ayrı bir önemi var bu teklifin.Çünkü din taciri geçinenler de günü geldiğinde askere sığındılar, sığınıyorlar; Cumhuriyet Türkiye'sini savunanlar da onu bir sağlam çizgi olarak görüyorlar. Nihayetinde zaten asker bizim asıl koruyucumuzdur. Milletçe askere sarsılmaz bir güvenimiz var.
Ama işte bu noktada frenlememiz gerekiyor. Askere olan sarsılmaz güven... Güven... İşte bunu yozlaştırmak, bunu başka mercilere duyulan güvenle yer değiştirtmek ya da insanların dünya görüşlerini yavaş yavaş saldırıya maruz bırakarak yalnızlaştırmak çabası... Şuan gerek sivil mahkeme yolunun açılmasıyla gerek Ergenekon adı verilen bitmek bilmez dava ile Mustafa Kemal'in ölümüyle hortlayan gericilik, son otuz-kırk yılda aldı başını gitti. Sadece gericilik kolundan değil AB sözleriyle, havaifişek patlatıp oraya buraya AB bayrakları asmayla, halka hikaye anlatmalarla sürdü.
Ne zaman işsizlikten dem vurulsa, çiftçiliğin bitirildiği ülkemizde ithal ürünler yüzünden sebze meyve fiyatlarının neden tavan yaptığı konuşulmaya başlansa, insanımızın alım gücünün kırk yıl öncesine göre ne kadar küçüldüğü, dünyaya bakış açısının sadece günü geçirmek haline geldiği seslendirilse hep bir cevap geldi: 'ananı da al git ulan', 'gözünüzü toprak doyursun', 'babalar gibi satarım', 'bu toprakları fabrikaları yanlarında alıp götürecek değiller ya' gibi terslemeler, 'sus otur yerine konuşma' diye köylüyü her fırsat bulduğunda hor görmeler... İnsanları sahipsizleştirmek, güvence duyduklarını elinden almak ya da güven duyduğu kurumlara kişilere çamur atmak, tabiricaizse 'e kaka' demek...
Muhalefet de dahil kimse bunun üzerine Meclis kürsüsünde daimi olarak gitmedi. Bu oyunları anlatan birkaç milletvekilimiz kaldı, çok şükür kaldı diyorum.
Ülke menfaatlerine aykırı bir kanun teklifi ya da geçici bir düzenleme üzerine çalışıldığı zaman ülkede bir kıpırdanmalar oluyor, hooop Ergenekon dalgası! Birileri çıkıyor ya siz ne yapıyorsunuz bu ülkemizin zararınadır diye seslenirken hooop başbakan yine birilerine bağırıyor kovuyor! Hoop milletvekilleri birilerini azarlamış, hooop yeniden bir Ergenekon dalgası... Sonra aylar sonra öğreniyoruz ki o gümbürtüde geceyarısı kararlarıyla milletin meclisinden milletin istemediği, belki de iç yüzünü öğrense sokaklara dökülmesi gereken kararlar geçmiş, onaylanmış... Ne dedim ben, sokaklara dökülmek mi dedim? Herhalde yanlış oldu; artık seslenmek bile suç olmuş, sokağa çıkmak da ne demek!
İyi haftalar...