ÇİLESİNİ ÇEKENLER SUSUYOR ŞOVMENLER KONUŞUYOR
Yakın akrabalarımın cenazelerine katılmak üzere önce İstanbul’a ardından da Of’a gittiğimden dolayı bir haftadan beri şehir dışındaydım ama buna rağmen köşe yazılarıma ara vermedim. Siz değerli okurlarımın yazılarıma olan alışkanlıklarını bildiğimden cenazelerde dahi zaman buldukça kenara çekilip köşe yazılarımı yazmaya gayret ettim. Bu arada cenazelerdeki kalabalıkla sohbet edip halkın nabzını ölçme fırsatım da oldu, hatta dün gün boyu Trabzon’da eski dostlarımla buluşup konuştuk ancak nereye gitsek hoş sefanın ardından konu dönüp dolaşıp siyasete geliyor. Herkesin ortak sıkıntısı ekonomideki durgunluk ve AK Parti’li belediyelerde dönen ‘akçeli işler’. Yaklaşık on yıldır Trabzon’un içini gezme fırsatım olmamıştı, hayatımın belli bir döneminin geçtiği bu vilayeti dün gezerken gerçekten ciddi değişikliklerin yapıldığını gözlemledim. Tanjant yoluyla birlikte rahatlayan trafik, yapılan alt geçitler, kavşaklar ve yollar sayesinde fevkalade bir rahatlama sağlamış kente. Ancak bunun yanında Trabzon’un tek sorunu otopark yetersizliği onun dışında şehir adeta bir şantiye, bir yandan kentsel dönüşüm çalışmaları bir yandan yeni binalar hummalı bir çalışma almış başını gidiyor. Ancak kiminle konuşsak başkan Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’ndan şikâyetçi, onca insanla görüştüm ki bunların büyük bir kısmı Milli görüş kökenli ve AK Parti’li insanlar, hiç birisi başkandan memnun değil. Nedeni de; başkanın halkla ilişkisinin çok zayıf olduğu, hatta neredeyse sıfır noktasında olduğu, kimsenin başkana ulaşamadığı için toplum çok şikâyetçi.
Dün, ofise gelince bir haftalık gazeteleri şöyle bir gözden geçirince şaşmadım desem yalan konuşmuş olurum. Bizim meslek erbabının bir kısmı olmuş aşırı Erbakancı adamcağızın 1969 yılında TOBB’dan başlayıp Milli Nizam, Milli Selamet, Refah Partisi çizgisindeki siyasetini anlatıp ardından da Fethullah Gülen ile Erbakan Hoca’nın diyaloglarından bahsedip Fethullah Gülen’e veryansın edip Erbakan Hoca’yı yere göğe sığdıramamışlar. Ardından da Bakan Demircan ile ilgili kamuoyunda çıkan, odasında yapılan kavga haberlerinin ardından Demircan’ı kimseye yedirmeyeceklerini, onun yalnız olmadığını yazınca neredeyse gülme krizine girdim. Arkadaş insan bir şeyi yazarken azıcık geçmişine bakıp utanmalı, 28 Şubat döneminde Merhum Erbakan Başbakanlık görevinden alaşağı edildiğinde bu insanlar bizim gibi Refah Parti’sinde mi görev yapmışlar yoksa o gün herkesin Erbakan Hoca’yı eleştirdiği gibi verip veriştirmişler mi? İnsan önce o dönemde kendisi ne yapmış ona bakmalı. Bir kez olsun postmoden darbenin aleyhinde yazıp çizmişlerse onların gidip alnından öpeceğim ama onlarda o adamlık ne gezer, nasıl ki bugün 28 Şubat düşmanlığı prim yapıyorsa o günde irtica düşmanlığı yapıp kafayı çekmenin ötesinde bir şey yapmadıkları ortada.
28 Şubat sürecinde İmam Hatip Lisesi’nin dernek başkanıydım ve oğlum İmam Hatip Lisesi’nin son sınıfındaydı. O okullardan mezun olanların üniversiteye gitmeleri imkânsız hale gelince çocuğumu Kıbrıs’taki Doğu Akdeniz Üniversitesine gönderip orada okuttum, dünyanın parasını ödedim. Aynı şekilde sekiz yıllık kesintisiz eğitim ortaya çıkınca kızımı İmam Hatip lisesine veremedim, dünyanın sıkıntısını çektim. Biz bunca çileyi çekmiş olmamıza rağmen şimdi sesimizi çıkarmıyoruz, çok şükür ki Allahu teala bugünkü iktidarı getirdi de rahat ettik. Ama o günlerin ağa babaları, padişahları, gazetecileri, yalakaları şimdi çıkıp 28 Şubat’ın aleyhinde yazılar yazınca inanın asabım bozuluyor, riyakârlık olur da bu kadarı da olmaz ki. Bu insanlar alışmışlar devrin adamı olmaya rüzgâra göre yelken çekiyorlar ama karşısındaki insanları ahmak yerine koyup vay efendim 28 Şubatta şu zulüm yapıldı, bu zulüm yapıldı deyip konuşmaya kalkmaları insanı çileden çıkartıyor.
Birde, bu şehirde Bakan Demircan’ı yakından tanıyan herkes onu kimlerin siyasete nasıl ve hangi şartlarda soktuklarını çok iyi bilirler. Biz hiçbir zaman geçmişte yaptıklarımızla övünüp kendimizi avutmaya çalışmadığımızdan bu konulara girmeye dahi gerek görmeyiz. Ancak hayatlatının hiçbir döneminde hiçbir şartta beraber olmamış ve olma imkânı da olmayan insanların çıkıp yok onu yedirmeyiz, yok arkasındayız gibi yalakalıkları görünce insanlığımdan utanıyorum. İnsan bir şeyi konuşurken veya yazıp çizerken yazdıkları ile yaşadıklarının ne kadar uyuştuğuna, kendi yaşam biçimine ve savunduğu insanların yaşam biçimlerine, kafa yapılarının uyuşup uyuşmadığına, siyasi düşünce veya karakter olarak ne kadar uyuştuklarına bakacak ondan sonra yazacak. Benim bugüne kadar dünya görüşüme uymayan hiçbir siyasetçi ile ilgili onun arkasındayım, yanındayım, kıyındayım gibi ifadeler kullandığımı gördünüz mü? İnsan yaşamadıklarını yazmamalı, inanmadıklarını da söylememeli. Bilmem anlatabildim mi? Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.