İHSAN ŞENOCAK VE DİYANET
Hafta sonu olması nedeniyle Tarihi Amisos Kenti hikayelerini beklediğinizi biliyorum ancak bugün çok sıkıntılı ve bizim için hiç girilmemesi gereken bir konuya girmek istiyorum. Neden girilmemesi gereken bir konu dediğimi sorarsanız, aşağı tükürseniz sakal yıkarı tükürseniz bıyık misali bir konu. Bir yanda ülkemizin gözbebeği Diyanet, diğer yanda sevdiğimiz, değer verdiğimiz, dünya görüşümüzü temsil eden bir kardeşimiz. Birçok dostum bu konuya girmememi tavsiye etmiş olmasına rağmen ben her zamanki gibi mayın tarlasının tam ortasına girmek istiyorum. Hayatımın hiçbir döneminde, boşver sana ne, herkes istediğini yazsın, çizsin, söylesin, bedeli varsa ödesin mantığına sahip olmadığımdan bu konuda da duyarsız kalmayı vebal gördüğümden konuyla ilgili kitabın ortasından konuşmaya çalışacağım. Amacım üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde iki yıl çalışmış, İmamlık yapmış bir kardeşiniz olarak sanırım bu konuda iki kelam etme hakkına sahibim. Maklubeyi bilmeyenlerin Makbule yazma hakkı var da İmamlık yapan birinin ehli sünnetle ve Diyanet’le ilgili yazma hakkı yok mu?
Aile olarak 1973 yılında Samsun’a geldik. 1978-84 yılları arasında eğitim, memuriyet, merhum babamın il dışındaki işleri nedeniyle altı yıl il dışında kaldıktan sonra tekrar Samsun’a geldiğimizde ilk uğrak yerlerimden birisi Engiz’de Kamil Hoca’nın camii oldu. Cuma namazlarında, kandillerde ve vakit buldukça Kamil Hoca’nın oraya gitmekten zevk alırdım. Daha sonraki yıllarda işlerimin yoğunluğu, zaman darlığı ve benden cemaat mensubu olmayacağını görünce gidiş gelişlerim azaldı, hatta son on yıldır belki de hiç uğramadım oraya desem doğru konuşmuş olurum. Kamil Hoca gerek yetiştirdiği öğrenciler, gerek hacca ve umreye getirdiği Müslümanlar, gerekse sosyal hayattaki münasebetleri bakımından şehrimizin sevilen bir manevi şahsiyetidir. Babamın vefat ettiği gün trafik kazası geçirdi hâlâ daha ziyaretine gidememenin üzüntüsünü yaşıyorum, inşallah önümüzdeki günlerde gider ziyaret ederim. Kamil Hoca’nın üç erkek evladından birisi de İhsan Hoca’dır. İhsan kardeşimiz benden on yaş küçüktür, şahsen en ufak bir tanışıklığımızı yok ama dünya görüşleri benimkiyle aşağı yukarı aynı olan bir kardeşimiz. Yaşam biçimi olarak da üç aşağı beş yıkarı aynı şeyleri yaşamaya çalıştığımızı düşünüyorum. Belki bizde sakal yok, ailemizde çarşaf yoktur ama diğer yönlerimizin pek çoğu aynı paralerde olduğu kanaatindeyim.
Şehrimizin yetiştirdiği iki önemli din adamı var, bunlardan birisi Mehmet Okuyan Hoca’dır, bir diğeri de İhsan Şenocak Hoca’dır. Mehmet Okuyan ailece görüştüğüm kırk yıllık arkadaşımdır, kendisini çok severim, ailece sevdiğimiz bir kardeşimizdir, ama söylemlerinin tamamına katılmam. İhsan Şenocak ise hiç görüşmediğim ama söylemlerinin tamamına yakınına katıldığım bir kardeşimizdir. Bu iki kardeşimizin ikisi de farklı kulvarlarda olması benim için hiç ama hiç önemli değil, zira ikisi de Müslüman, ikisi de ilim adamı, ikisi de İslami hizmetlerde yarışan kardeşimiz. Bu ikisinin de en büyük düşmanları nefisleri, şayet nefislerine hakim olabilseler bu ülke onlardan çok istifade eder. İkisinin de ortak zaafı medyatik olma konusundaki hırslarıdır. Sanki medyada gözükmeseler yaptıkları tamamen heba olacak düşüncesindeler. Oysa ki altının değerini sarraf bilir, pazarlamaya gerek var mı? Birisi Kur’an’ı anlatmaya çalışıyor, diğeri ise sünneti anlatmaya çalışıyor. İkisinin de yaptığı çok güzel hizmetler ama gel gör ki medyaya servis edilme sıkıntıları ikisinin de başını dertten çıkarmıyor.
Son günlerdeki İhsan Şenocak’la ilgili olup bitenlere gelince, oradaki sorunun temelinde sünnetin ve Diyanet’in yattığını düşünmüyorum. Oradaki sorun yıllardır var olan bir sorun. Şöyle ki orada üç başlı bir yönetim var; birisi Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Aşıkkutlu Eğitim Merkezi, bir diğeri Kamil Hoca’nın başında bulunduğu vakıf ki Aşıkkutlu Eğitim Merkezi’nin mülkiyeti bu vakfın. Kullanma hakkı ise yani intifa hakkı ise Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiş bir eğitim merkezi var bir de İhsan Şenocak’ın kurduğu kısa adı İFAM olan İslami Faaliyetler Merkezi vakfı var ki bu Vakıf 23 ilde teşkilatlanmış durumda. Bu Vakıf’ta elan 200 civarında öğrenci batınmakta, bu öğrencilerin büyük bir kısmı İlahiyat öğrencisi, İFAM’da kalıyorlar ama orada İhsan Şenocak Hoca’nın medrese usulünde yaptığı beş yıllık bir eğitim programı var, o program dahilinde okumaktalar. Bu öğrenciler okudukları okullarda hocalarıyla bilgi yarışına girip sürekli tartıştıkları için de sorun teşkil etmekteler.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendi kuralları var, bu kurallar çerçevesinde yönetilir. Örneğin Aşıkkutlu Eğitim Merkezi’nde Hoca olan İhsan Şenocak’ın kendi İFAM vakfında ders vermesine ve bu tedrisatı yaparken ortaya koyduğu usul ve kurallar DİB’nın kuralları ile ne kadar örtüştüğü konusunda sıkıntılar var. Ayrıca DİB’na bağlı camilerde hutbeler beş on dakika sürerken İhsan Şenocak Hoca vaazlarını hutbede yarım saatlik zaman diliminde yapmakta, bu kural da DİB’nın kurallarına uymamakta. Ayrıca ortada üç başlı bir yönetim var; bir yanda DİB’e bağlı Aşıkkutlu Eğitim Merkezi, diğer yanda Kamil Hoca’nın Vakfı, bir diğer tarafta ise İhsan Şenocak Hoca’nın İFAM Vakfı. Bir de bu işlere Hacı Mahmut Efendi’nin manevi bağlılığı eklenince ortaya dört başlı bir yönetim çıkıyor ki bu DİB’nın kabul edebileceği bir şey olmadığı gibi devlet bu tür yapılanmalara asla izin vermez. Belki bir dönem tolerans gösterir ama nihayetinde olay belli bir büyümenin üstüne çıktığı gün düğmeye basar; kanaatimce şu anda yaşananlar da bu minvalde yaşanan şeyler. Yoksa bu devirde DİB’nın ehli sünnetle ilgili en ufak bir sorunu olmadığı gibi tam aksine DİB kuruluşundan bugüne dek cemaatlere en toleranslı davrandığı bir dönemde yaşamaktayız.
Bu saatten sonra ne olur derseniz, kanaatimce DİB Aşıkkutlu Eğitim Merkezi’ne yeni bir müdür atar, ardından Eğitim Merkezini oradan başka bir yere taşır, ihsan Hoca’yı da göreve iade eder ama buraya mı eder yoksa başka bir yere mi verir onu bilemem. İhsan Şenocak kardeşimiz keşke yaptığı vaazları videolara çektirip sosyal medyayla paylaşmasaydı, keşke geçen yıl 15 Temmuz’da meydana gidip hararetli konuşmalar yapmasaydı. O bir Hocaefendi, genç militan değil ki meydanlara gidip bağırıp çağırsın, onu yapanlar zaten ziyadesiyle vardı. Onun işi toplumu ağır, vakur bir biçimde aydınlatmak olmalıydı ki o yol daha etkili olurdu, meydanda bağırıp çağırmak onun işi değil. Ayrıca Kur’an ve Sünnet yaşanır, pazarlanmaz, pazarlanmaya da ihtiyacı yok zaten… Sürekli bu konuları gündemde tutmaya da gerek yok. Ayrıca Kur’an Müslümanlığı, sünnet Müslümanlığı diye bir şey de yok, Müslümanlık Müslümanlıktır. Onu yaşamak için Kur’an’a ve sünnete ihtiyaç var, bunları bir birinden ayırt etmek de doğru değil. Bunca izahtan sonra sanırım matlup hasıl oldu, Rabbim rızasına muvafık kulları zümresine ilhak eyleye. Allah’ın selamı üzerinize olsun
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.