KURTAR BİZİ GANDİ
KURTAR BİZİ GANDİ
Yaşım elli iki; gerek ülkenin, gerekse Samsun'un son kırk yıllık siyasi geçmişini çok iyi takip ettim. Merhum amcamın adımı Adnan vermesinin nedeni de Merhum Menderes'e olan sevgi ve saygısı idi. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren ülkemizde, Müslümanların çektikleri sıkıntıları çok iyi tahilil ettim, merhum Ali Ulvi Kurucu'nun Hatıratları bu sıkıntıların özetini veriyor. Adamlar sırf inandıklarını yaşayabilmek için ülkelerinden hicret edip, tâ Suudi Arabistan'a kadar gitmek zorunda kalmışlar. Bu insanların ülkelerini terk edecek kadar karamsar olmalarının tek nedeni inandıklarını yaşayamamalarıydı. Yoksa bir çorba bulmaktan aciz değillerdi. Ali Ulvi Kurucu'nun babası ömrünü İslami ilimlere adamış, camilerde namaz kıldırıp, eğitim vermenin dışında hiç bir işle meşgul olmamış, çocuklar islami eğitim alsınlar diye her türlü fedakarlığı yapmış, zaman gelmiş cami temizliği dahi yapacak kadar mütevazi ve fedakârca davranış sergilemiş bir Hocaefendi idi. Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte Medreselerin kapatılmasının ardından yapılan harf devrimi ile akşam alim yatan, sabahleyin cahil kalkmış, merhum Hoca da bu devrimlerden en büyük payı alan alimlerin başında olmuştu. Ali Ulvi Kurucu'yu yurt dışında tahsile göndermesinin nedenlerinden birisi de bu idi. Daha sonraki dönemlerde camilerde Kur'an'ın okunmasının yasaklanmasının ardından, Türkiye'de istediği İslami yaşantıyı yaşayamayacağını anlayan merhum Hoca, terki diyar eyleyip, ailesiyle birlikte ülkeyi terk etmişti. Daha sonra yazdığı hatıratlarında bunu çok açık ve net bir biçimde ortaya koymuştu. Keşke, o değerli ulema, ülkesinde yaşama imkânı bulsaydı, ama nasip olmadı.
Neden nasip olmadı derseniz, yaşı elli ve üzerinde olan herkes, neden olmadığını çok iyi bilir. Ama yeni nesil gençlik bunu bilemez. Bizler yeni nesillere bu gerçekleri çok iyi anlatmak zorundayız. Aksi halde yapılan mücadelede gelinen noktayı kimse bilemez. Çok değil, doksanlı yılların sonunda müslümanlar neredeyse başlarının örtüleri ile sokağa çıkamaz hale gelmişlerdi. Tutturmuşlar bir kamusal alan, neredeyse sokak dahi kamusal alan ilan edilip, insanların giyim kuşamlarına müdahale eder hale gelinmişti. Bırakın insanların namaz kılma özgürlüğünü, özel kurumlarda dahi mescit yasaklanmıştı. Hiç unutmuyorum; sahibi olduğum Özel Öğrenci Yurdu'na gelen İlköğretim Müfettişlerinin ilk soruları "Kurumunuzda mescit var mı?" sorusuydu. Bizim binada mescide müsait yer olmadığından yapamamıştık ama ben namaz kıldığımı her fırsatta gelenlere söylemekten de geri kalmıyordum.
Olayın inanç noktası böyle de ekonomik yönü farklı mıydı derseniz; merhum babaannem, babam bir yaşında iken dul kalmış. Merhum dedem, veba hastalığına yakalanıp ölmüş. Babaannemin üç yetimini bakmak için sakladığı inek, Mal Müdürlüğü Zabitleri tarafından alıkonmuş ve üç çocuk aç kalmış. Hatta olay o kadar enteresan bir boyut kazanmış ki ekili arazileri yetersiz olan babaannem, çocuklarına mısır unu yapmak için mısırı sapıyla birlikte öğütüp, un yapıp yedirmek zorunda kalmış. Bu bizim bilmediğimiz bir dönem; anlatılanları naklediyoruz. Ancak yetmişli yıllarda, "Umudumuz Karaoğlan" diyerek, meşhur on birlilerin Güneş Motel'de yaptıkları toplantı sonrasında, Adalet Partisi'nden istifa ederek bağımsız kalıp, CHP' nin kurduğu hükümette bakan olmaları sonucunda, Sana yağı kuyruğuna girdiğim günleri hiç unutmuyorum. Sadece Sana yağı kuyruğuna mı girdin derseniz, elbette hayır. Akaryakıt kuyruklarında yaptığımız kavgaları unutmak ne mümkün! Pirinç kuyruğuna dahi girdiğimi dün gibi hatırlıyorum.
Bunları neden yazma gereği duyuyorsun derseniz; ben gazeteciyim, yaşadığım her şeyi burada toplumla paylaşma gereği duyarım. Benim sağım solum olmaz. Adam gibi adam kimse, onu desteklerim. Ancak geçmişte yaşananları da toplumun bilme hakkı olduğunu düşündüğümden, hatıralarımı siz değerli okurlarımla paylaşma gereği duyarım. Güzel iş yapan kim olursa olsun onu takdir etmek kişiliğimizin gereğidir. Kötü işi de kim yaparsa yapsın, onun da karşısında durmak yine kişiliğimizin gereğidir. Bu ülke hepimizin. Bu toprakları şehit ecdadımız bize kanları ve canları ile miras bırakmıştır. Kimse kalkıp reddi miras edemez. Şayet ederse kendisine ihanet eder. Öyleyse geçmişimize, inancımıza, ecdadımıza sahip çıkmak zorundayız.
Dikkat ederseniz, gazeteyi kurduğumuz günden bu güne dek böyle bir yazı yazmadım. Neden bu yazıyı yazdın derseniz, siyasi birikimim, AK Parti'nin tek başına iktidarında bir sıkıntı olduğu yönünde bir endişe taşımaktayım. Bu endişe asla şahsi endişem olamaz; zira ben gazeteciyim, benim için gelen ağam, giden paşamdır. Ancak ülkenin geleceği, çocuklarımızın istikbali için bu ülkenin sol zihniyete teslim edilmemesi gerektiği kanaatindeyim. Bugün ki CHP adaylarının ilk iki sırasındaki insanlar çok sevdiğim, değer verdiğim arkadaşlar; ancak CHP' nin zihniyeti bu ülkede denenmiş olduğundan, birilerinin dediği gibi "Kendisi himmete muhtaç dede, gayrısına nasıl himmet ede" misali, "Kurtar bizi Gandi" hikayelerine kanmamak lazım. Zaten dünkü mitingde de Gandi Kemal'in kurtarıcı olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Ayrıca bekâra karı boşarcasına, yok emekliye şunu verecem, bunu verecem demesi de pek inandırıcı değil. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.