SİYASET NEREYE DOĞRU GİDİYOR?
SİYASET NEREYE DOĞRU GİDİYOR?
Konumuza girmeden önce bir ayrıntıya girmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde gazeteleri okurken, eski İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu ile ilgili enteresan bir haber okudum. Haberde, Vali Mutlu, daha önce görev yaptığı Diyarbakır’da Cemaat’e yardımcı olduğu için hakkında fezleke düzenlendiğini söylüyor. Hüseyin Mutlu’yu şahsen tanımıyorum, sadece İstanbul Valiliği yaptığı dönemden tanıyorum. O dönemde yaptığı açıklamalar, sosyal medya üzerinden yaptığı yazışmalar kadarıyla kendisini tanıyorum. Ancak şu anda Vali Mutlu’ya yapılan uygulamanın haklı bir uygulama olmadığı kanaatini taşıyorum. Neden böyle düşünüyorsun derseniz, çok değil daha bundan iki yıl öncesine kadar herkes ya Cemaatçi’ydi ya da Cemaat sempatizanı… Aksi halde ya benim gibi operasyon geçirip çile çekmek zorundaydı veya dışlanıyordu. İş adamından siyasetçisine, bürokratından esnafına varıncaya dek herkes Cemaate yakınlaşabilmek için elinden gelen her şeyi yapmakla kalmıyor, onlara elinden gelen tüm desteği veriyordu.
O günlerde Cemaatle ilgili olumsuz bir yazı, bu fakirin dışında Allah kulu yazamazken şimdi bakıyorum da herkes olmuş Cemaat düşmanı.
Her neyse konumuza dönecek olur isek, eski Diyarbakır Valisi Hüseyin Mutlu,şayet iddia edildiği gibi Cemaat’e destek vermiş ise veya ihale vermiş ise bunu kendiliğinden mi yapmış, yoksa siyasetçilerin veya Hükümetin isteği doğrultusunda mı vermiş? Hiç şüphe etmiyorum ki Vali Mutlu bu desteği mutlak surette birilerinin isteği doğrultusunda yapmıştır. Peki, şimdi bunun hesabını Vali Bey mi vermeli, yoksa bu talimatı şifahi olarak verenler mi?
Hiç unutmuyorum Belediyede’yken bir siyasetçi benden Belediyeye ait bir arazinin kendisine tahsis edilmesini istemişti. Ben de kendisine bu işin dört boyutu var, birincisi hukuki boyutu, ikincisi vicdani boyutu, üçüncüsü İslami boyutu, dördüncüsü ise siyasi boyutu; yaptığı talebin bunlardan hangisine uyduğunu bana söylemesini istediğimde verdiği cevap, 'o beni ilgilendirmez'.... Ardından ola ki yarın bir gün bu konuyla ilgili yasal soruşturma geçirmemiz halinde ne yapacağımızı sorduğumda, aynı şekilde, 'o sizin sorununuz, beni ilgilendirmez' dediğini bugünkü gibi hatırlıyorum. Ben bu konuşmaların ardından o arkadaşa dedim ki, bak arkadaş biz sana kamunun malını vereceğiz, sen para kazanacaksın ama bunun hem dünyada, hem de ahirette hesabını biz vereceğiz, 'o zaman sen işine bak, biz de işimize' dedim ve daha sonra olup biten tüm olayların başlangıç fitilini ateşlemiş oldum. Peki, pişman mısın derseniz, asla ve kata en ufak bir pişmanlığım yok. Bugün olsa aynı şeyi yapardım. Benim üzüldüğüm nedir bilir misiniz? Siyasetçiler istemeye sıra gelince fütursuzca isterler ama sıra bedel ödemeye gelince, neden bedelini başkaları öder onu bir türlü anlamış değilim.
Bu kadar ayrıntıdan sonra gelelim asıl konumuza hayatımın hiç bir döneminde MHP’li olmadım ama Ülkücülerin namaz kılanlarını çok sevdim, onlar benim için çilekeş vatan sevdalıları. 12 Eylül’de, Medrese-i Yusufiye’de çile çekenleri çok daha saygıdeğer insanlar. Onlar vatan millet aşkına o çileyi çektiler. Daha sonra bu insanlar nasıl bir oyuna geldiklerini anladılar ve bir kısmı tasavvufa girip, siyaseti bıraktı. Bir kısmı siyasete devam etti, bir kısmı da çetevari işlere girdi. Merhum Alpaslan Türkeş lider olarak saygı duyduğum bir insan, ancak benim ilkelerimle O’nun dünya görüşleri çok farklı olduğundan hiç sıcak bakmadım kendisine. Devlet Bahçeli’ye gelince… Merhum Türkeş’in sağlığında konuştuğum ülkücülerin büyük bir kısmı O’na, derin devletin adamı gözüyle bakıyorlardı. Daha sonraki süreçte yaptığım incelemelerde, o arkadaşların tavırlarında haklı olduklarını düşündüm. Zira tüm davranışları o iddiaları doğrular nitelikteydi.
Yaşadığımız son seçimin ardından ilk önce sert açıklamaları ile dikkat çeken Devlet Bahçeli, daha sonra bir yumuşama sinyali verdi. Bu sinyalin ardından hepimiz hükümetin AK Parti ile MHP arasında kurulacağını düşünmeye başladık. Doğrusu, yakışanı da buydu. İki partinin tabanının da bunu beklediği kanaatindeyim. Zira hiç bir AK Parti seçmeni AK Parti’ye kızıp, gidip CHP’ye oy vermedi, MHP ye oy verdi. Hal böyle olunca da hükümeti AK Parti ile MHP’nin kurması gerekmekteydi. Ancak Devlet Bahçeli’nin yaptığı son açıklamalar ibreleri tersine çevirdi ve AK Parti CHP ortaklığının gerçekleşmesi yönünde bir eğilim oluştu. Bu durum ülke geleceği için çok isabetli bir durum olmadığı kanaatindeyim. Zira geçmişte CHP’nin hükümet ortağı olduğu dönemlere bakıldığında ne demek istediğim daha rahat anlaşılacaktır. Peki, bu durum uzun sürede neyin habercisidir derseniz, kanaati acizanem odur ki, AK Parti hükümeti kurmak için uğraş verecek ama seçime gitmeyi daha çok isteyecek. Zira olası bir erken seçim en çok AK Parti’nin işine yarayacağı kanaati onlarda mevcut olduğundan, AK Parti’nin tercihi seçimin yenilenmesi yönünde olacağı kanaatindeyim. Ancak bu şartlar itibarı ile çok kolay değil yeni seçilen Vekiller, yorulan teşkilatlar, yapılan harcamalar bu ihtimali zayıf kılsa da sanki yol oraya doğru gidiyor gibime geliyor, bilmem siz ne dersiniz?
Kalın sağlıcakla
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.