KARAYEMİŞ VAR ONDA
Normalde gündemle ilgili köşe yazmam gerekmesine rağmen elim bir türlü yazmaya gitmiyor, neden derseniz, Allahu Teala Yüce kitabında “Lein şekertüm leezidenneküm” yani verdiğim nimetlere şükrederseniz daha çok veririm buyurmakta. Biz buna adetullah diyoruz, nasıl ki Allahu Teala verdiği nimetlere şükretmemizi istiyorsa biz insanoğlu olarak da yapılan iyiliklere karşılık beklemesek de en azından bir teşekkür edilmesini bekleriz, bu da yapılmazsa gönül koyarız. Yaptığımız iyilikleri Allah için yapar mükafatını da Allahtan bekleriz ancak kulların vefasızlığını görünce de canımız sıkılır. Kimseden en ufak bir maddi beklentinizin olmaksızın yanlarında olursunuz kadri kıymetiniz bilinmez ama hayatları boyunca işlerine yaramayan insanlar verdikleri değeri görünce ne haliniz varsa görün deyip kenara çekilirsiniz! Yazı başlığını karayemiş var onda dememin nedeni de bu. Nedir bu deyimin hikayesi derseniz köyümüzde merhum kofooğlu lakaplı İbrahim dayı isminde bir büyüğümüz vardı, kofo Rumcada sağır demektir, İbrahim amcanın da kulağı sağır olduğundan herkes onu lakabı olan kofoğlu ismiyle tanırdı ve adının ibrahim olduğunu çok az insan bilirdi. Merhum çok enteresan bir adamdı, cifir ilmiyle de ilgilenirdi ama geçimini herkes gibi Tarım ve Hayvancılıkla uğraşmaktan elde ederdi.
Kofoğlu dayı bir gün arazisinde çalışırken yoldan geçen biri selam vermiş, ancak kofoğlu dayı adamı hiç sevmediğinden selamını almak istemeyince aklına enteresan bir şey gelmiş. Araziye giderken öğlen yemeğini yemek için yanına aldığı ve hayvanlar yemesin diye üzerinde taşıdığı el örmesi heybesinin içine yemek koyardı. Sevmediği adam selam verince güya selamını duymamış da adam ona heybende ne var sormuş, oda Karayemiş var onda deyip adamın selamını almadan işi geçiştirmiş. Ancak bu olay köyümüzde darbımesel haline geldi, herkes işine gelmeyen bir şeye karayemiş var onda diye cevap verip geçiştiriyordu. İşte ben de şimdi karayemiş var onda deyip yeni okuduğum merhum Halil İnalcık hocanın Tarihe düşen notlar kitabından kesitler vermek istiyorum.
Tarih bir toplumun hafızasıdır, Tarihini bilmeyen bireyler kimliksiz gezen bireylerden farksızdırlar, insan ecdadının nereden geldiğini, neler yaşadığını, yaşadığı toprakları nasıl elde ettiğini, kendisine nasıl bir görev düştüğünün farkında olmalı. Altı asır Cihana hükmeden ama mazisi çok daha eskilere dayanan bir milletin torunlarıyız. Göktürklerle başlayıp, Oğuzlarla devam eden, Selçuklularla daha da genişleyip Osmanlı ile Cihan Devleti olan ve nihayetinde yanlış politikalar, iç çekişmeler, saray entrikaları ve iktidar mücadeleleri sonucunda parçalanan imparatorluk sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti. Tarihimiz konusunda epey kitap okudum, resmi Tarihin dışında Hummer, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Mustafa Müftüoğlu, Murat Bardakçı gibi Tarihçi ve Gazetecilerin pek çok eserini okudum. Kadir Mısıroğlu’nu hiç okumadım, nedenine gelince benim kendime göre farklı değer yargılarım vardır, mesela bir adam körü körüne birine düşmanlık yapıp, sadece kötü yönlerini söylüyorsa veya misyoner olarak kabul edebileceğim insanları övüyorsa ondan uzak dururum.
Kadir Mısıroğlu her fırsatta Atatürk’ün olumsuz yönlerini gündeme getirip sanki hiç olumlu bir şey yapmamış gibi lanse edince ona mesafeli durdum. Benim de Atatürk’ün yaptığı bazı Dini icraatlar ile ilgili rahatsızlıklarım var ama adam bitmiş, tükenmiş, parçalanmış ve hatta payitahtı işgal edilmiş bir ülkeyi ayağa kaldırdı, severiz, sevmeyiz bu gerçekleri görmek zorundayız. Olayın bu boyutunu kafamın bir kenarına not etmiştim, ne zamanki İngiliz ajanı olarak bildiğimiz Şeyh Nazım Kıbrısi ile ilgili keramet sahibidir dedi, ben onu kafamdan sildim. Aynı şekilde Fethullah Gülen de ne zaman ki İsrail ile ilgili olumlu sözler söyledi ve Mavi Marmara Gemisiyle ilgili İsrail’den yana tavır aldı, onu da o zaman kafamdan sildim. Osmanlı Tarihini batılıların yazdığı kitaplardan okursanız ecdada düşman olursunuz, bizdeki Fanatiklerden okursanız Cumhuriyet düşmanı olursunuz, Halil İnalcık hocadan okursanız ne Cumhuriyete, ne de Osmanlıya düşman olamazsınız. Halil hoca yüz yıllık hayatının seksen senesini ilimle uğraşarak geçirmiş, Osmanlı Tarihini belgeleri tarayarak ve beş dili öğrenerek yazmış, doğuda da batıda da Dünyanın her yerinde çeşitli ödüllere layık görülmüş bir ilim adamıdır. Osmanlının kuruluşunu 1299 da Söğüt olarak değil, 1302 Yalaka yani Yalova Savaşı ile kurulduğunu iddia eder. Olayları tahlil ederken ilim namusuyla ve belgelere dayalı tahlil ettiğinden kimse itiraz edemiyor. Kendisine Allahtan rahmet sizlere de eserlerini okumanızı temenni ederek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.