Ramazan ayının gelmesiyle tatilden...
Ramazan ayının gelmesiyle tatilden dönen İslam dini, hoş geldin!
Bugün, son kahvaltımızla birlikte son pikniğimizi yapma ve son hafta sonu misafirlerimizi ağırlama fırsatı bulduk. Yarından itibaren iftar sofraları kurulacak ve ilk on gün ailemizle iftarımızı ettikten sonra, davet fasıllarına geçilmesiyle işin renkli ve cümbüşlü tarafı da başlamış olacak.
Ancak, çocukluğumdan beri hep merak ettiğim bazı şeylerden biri de, Ramazan ayı geldiğinde insanların nasıl olup da rol değiştirdikleridir. Ramazan'dan önce veya sonra, İslam"ın yasakladığı her şeyi rahatlıkla yapmalarına rağmen; Ramazan ayının girmesiyle birlikte insanların, sanki başka bir kişiliğe bürünmüş gibi oruç tutup teravih namazlarını kılması ve Ramazan'ın bitimindeyse, aynı eski kişiliklerine dönmeleri hayli ilginç gelir bana.
Bunu, bir eleştiri olsun diye yazmıyorum. Ancak toplumumuzda yaygın olan böyle bir inanç ve anlayış var. Otuz gün boyunca oruç tutup Kur'an okuduktan ve teravih namazlarını da hiç eksiksiz kıldıktan sonra, yılın geri kalan 11 ayında namazdan ve Kur'an'dan muaf olunuyormuş gibi yerleşik bir İslam inancı var.
O nedenle camileri Ramazan ayında dolduran bu inanç ve anlayışın tam tersine; benim de, camiye gidesim gelmiyor. Bu namaz, sadece Ramazan'da kılınması gereken bir ibadet midir ki; kimilerine göre sünnet-i müekked, kimilerine göreyse sünnet-i gayr-i müekked olan teravih namazına akın akın gelen insanlar, Ramazan bitince bıçak gibi kesiliveriyorlar camiden!..
Bu durum, sosyete işi bir İslam kanaatinin hasıl olmasına yol açıyor bende.
Hiç unutmam, 1981 yılının ekim ve kasım aylarında bir bayram namazına gitmiştim. Hoca efendi, vaazı biraz uzatınca dışarıdan bir ses geldi; "Hocam, kısa kes dışarıda yağmur başladı; ıslanıyoruz" diye. Hoca, emekliliği yaklaşmış otoriter bir yapıda, kimseye eyvallahı olmayan Mehmet Hoca adlı bir zat-ı muhteremdi ve sert bir ses tonuyla; "Siz zaten bayramdan bayrama camiye geliyorsunuz. Farz namazlara gelmeyip vacip namaza yılda iki kez geliyorsunuz. Gidin evinize! Ben sizin yüzünüzden sohbetimi kesemem" deyip, sohbetine devam etti.
Hocanın yaptığını tasvip etmek mümkün değil, ancak cemaatin yaptığı da doğru değil. Diyeceksiniz ki, namaz kılmayan oruç tutmasın mı? Elbette ki tutsun, ama bayramdan sonra da o namazını kılsın; yalan konuşmasın, haram yemesin. Ne bileyim, İslam ne emrediyorsa yapsın. On bir ay boyunca İslam, tatile çıkıp da bir ay işbaşı yapmasın. Peygamber efendimiz, "Amellerin makbul olanı, az ama sürekli olanıdır" buyurmuşlardır.
Bir de İslam dininin tören dini olmadığını düşünüyorum. Avrupa'da yapılan karnavallar gibi Ramazan etkinliklerinin olması pek hoş gelmiyor bana. Huşu içinde Rabbiyle başbaşa ibadet eden insan, bunu sürekli yapabiliyorsa ne mutlu o na.
Sohbetimi hoş bir anıyla bitirmek istiyorum: Geçen yaz rahmetli olan Cemal Seyhan ağabeyi, yaşı elliyi aşan çoğu insanın tanıdığı kanaatindeyim. Cemal Hoca, müftülükte memur olarak çalışır, ancak vaaz etmesinin yanında kasaplık da yapar galericilik de... Sizin anlayacağınız her türlü hüneri vardır.
Yaz aylarında bir cuma günü, namaz kılmak üzere Atakum sahilindeki Ataç Camisi'ne gider. Sahile doğru bakınca denizde yüzen ve dışarıda güneşlenen bayanları görür. Caminin imamı, Cemal Hoca ile hukuku iyi bir hocaefendidir. Cemal Hoca"ya, "Hocam, bugün cuma namazını kıldırır mısınız?" diye sorunca; Cemal Hoca, olur deyip giyer cüppeyi, çıkar minbere.
Hutbenin Arapça bölümünü bitirip Türkçe bölümüne sıra gelince, "Çemaat, çemaat şu dışarıda tenize kiren karilar sizun karilarunuz, kizlarunuz teğil mi? Sizden Peygamber'e ümmet, Atatürk"e millet olmaz" deyip hutbeyi bitirir. Allah, hem Cemal Hoca"ya hem de geçmişlerimize rahmet eylesin.
Hayırlı Ramazanlar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.