RUH İKİZLERİ TERS Mİ DÜŞTÜ?
Normalde cumartesi günleri yazı yazmaktan çok hoşlanmam. Neden hoşlanmazsın derseniz, benim okurlarımın büyük bir kısmı devlet memurudur, onlar da cumartesi çalışmazlar. Çarşı, pazar ihtiyaçlarını karşılarlar, araçlarının eksiklerini giderirler, ev temizliklerini yaparlar, gazete okumaya zamanları kalmaz. Okunmayan yazıyı yazmak da benim âdetim değil. Şayet yazılarım İnternet ortamında 2000 kişinin altına düşerse ikinci yazıyı yazmam. Okunma oranım o sayıya ulaştığında sonraki yazıyı yazarım ama baktım ki bir günde dört bin kişi okumuş yazıyı, anında ertesi gün yazı yazarım. Bu benim köşe yazarı olarak kendime koyduğum bir kuraldır. Bazen bir köşe yazısını yedi bin kişinin okuduğunu görünce, inanın, okur kitlesine yanlış bir şey vermemek için ve vebalini düşünerek geceleri uyuyamadığım olur. Ama şundan emin olun ki bugüne dek bilerek tek bir kez dahi hiç kimseyi yanıltmadığım gibi hatalı bir şey yazmış isek anında özür dileyerek düzelttim ama bu tür yazılarımın sayısı da üçü geçmez.
Son zamanlarda işlerimin yoğunluğu nedeniyle sürekli dışarı çıkmak zorunda kalıyorum. Ladik’teki tavuk çiftliklerimizi de çalıştırmaya başladığımızdan oraların işleri, öğrenci yurdundaki işler, İnşaattaki işler, gazetedeki işler derken neredeyse günün yarısını dışarıda geçirmek zorunda kalıyorum. Geçtiğimiz cumartesi günü yurdun çatısı akıtıyordu, ustalar elli kez yaptılar yine akıtmaya devam edince giydim iş elbiselerimi gittim çıktım altıncı katın çatısına bizzat kendim onardım. Önceki gün yağan yağmurda bir damla bile akıtmadı ama tam beş tane işyeri var, tek bir kişinin yetiştirmesi mümkün değil. Bunu neden söylediğime gelince, sokakta yürürken üç kişiden iki kişi yanıma gelip yazılarınızı okuyorum, cesaretinize hayranım, sizin gibi bir kişi daha olsa bu şehir adam olur şeklinde konuşmaları hoşuma gitmiyor dersem yalan demiş olurum.
Benim için önemli olan şehirdeki egemen güç olan azınlığın değil tabandaki halkın, yani sessiz çoğunluğun vicdanının sesi olabilmektir. Şayet bunu başarabilmiş isem ne mutlu bana. Ben başkaları gibi içki masalarında, şehir kulübünde veya gece kulüplerinde viski yudumlayan, Baronların gönlünü almayı iş kabul eden biri olamam, bu benim işim olamaz. Olsa olsa bir bardan viskiye, bir akşam yemeğine istediğin haberi yaptırabileceğin gazatacı bozuntularının işi olur. Gazatacı deyince aklım başıma geldi, neden bugün yazı yazdığımı yazacakken bu kadar ayrıntı verdim. Dünkü gazetelere bakarken bir de ne göreyim, bir gazete manşetten Vali İbrahim Şahin’in bir internet sitesinde Bank Asya’ya para yatırdığı yönündeki haberini tekzip ettiğinin haberini yapmış. Oysaki o gazatanın Genel Yayın Yönetmeni ile Vali’nin tekzip yayınlattığı sitenin sahibi bana karşı kanka olmuşlardı. Geçtiğimiz haftalarda beraber benimle ilgili haberler yapıp köşe yazıları yazıyorlardı, üç dört yıldır konuşmadığım bir arkadaş üzerinden bana vurmaya çalışıyorlardı. Sizin anlayacağınız bana karşı işbirliği yapıyorlardı ama dünkü gazeteyi okuyunca menfaat birliğinin sonunun nasıl olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Yapışık ikizler gibi beraber hareket eden bu iki gazatacı arkadaş işin içerisine şehrin Valisi girince anında ters düştüler. Yazılı basının Genel Yayın Yönetmeni anında yapışık ikizinin aleyhinde beyanat veren Vali’nin haberini manşetten verip, Valiye sahip çıktı, diğer site sahibi ise gelen tekzibi yayınlamakla kaldı. Oysa ki tekzip geldiğinde bizim gibi yanında haberin içeriğini tekrar yazıp işte olayın aslı budur, mahkeme tekzip talebini kabul edebilir, önemli olan kamunun vicdanındaki olayın hüsnü kabulüdür… Ayrıca bu haberleri yaparken de elinizde belgeleri olması gerekir; aksi halde o site gibi tekzibi yayınlamanın dışında en ufak bir şey yapamazsınız ve tabi Ruh İkiziniz de yanınızda durmaz. Ama bakın biz ne yaptık, üç yıl küs durduğumuz eski bir dostumuzla ilgili haber yapıldığında haklı olduğunu görünce anında O’nunla barıştık ve arkasında durduk. İşte bizimle onların arasındaki fark da bu zaten.
Peki, bunlar neden bizim arkadaşımızla ilgili bu kadar haber yaptılar derseniz onu da arka planını anlatacağım ama bugün değil.
Yazımın sonuna geldim. Ancak dünkü köşe yazısında meslektaşlarını eleştiren ve yaptıkları haberleri gerçeğe uygun yapmayan gazetecilere sitem eden zatı muhtereme bir sualim olacak. Sual deyince aklıma geldi bu zatı muhterem daha önce sorduğum sorulara cevap vermediği gibi bir arkadaşımı arayıp sorduğum soruyla ilgili ”Ben falanca yerden para almışım, şahidi de senmişsin doğru mu?” diye sormuş. Hele ki o kişi mümin kişilikli ve karakterli bir kişi, “Evet, doğru” demiş. Bizim zatı muhterem de haliyle bize cevap veremedi. Şimdi bu zatı muhtereme soruyorum, benim saldırıya uğrayıp silahla yaraladığım kişinin yoldan geçen kişi değil bana saldıranlardan birisi olduğunu bile bile ertesi günkü gazetesinde “Adnan Bahadır yoldan geçen şahsı vurdu” şeklinde haber yapmış mı, yapmamış mı, ilk önce onu söylesin, ondan sonra başkalarına ders vermeye kalksın. İnsan önce kendi kapısının önündeki pisliği temizleyecek, ondan sonra başkalarına akıl verecek. Yoksa çıkar birisi koyar delilini ortaya apışıp kalırsın. Başkalarına talkım verip kendileri salkım yiyenler Adnan Bahadır’ın bu şehirde var olduğunu unutmasınlar. Kalın sağlıcakla.
.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.