TARİHİ GERÇEKLER- 2
Son bir yıldır tarih merakı sardı beni. Neden derseniz, tarihle ilgili kafamda olan bazı soruların cevaplarını bulma gereği duyduğumdan konu ile ilgili okumalar yapmaya başladım.
Bu nedenle tarih okumaya başladım.
Ancak okuduğum bazı kitapları seçerken siyasi düşüncesini eserlerine katan yazarları değil, objektif, tarihi gerçekleri hakikatin ortaya çıkması adına uğraş veren tarihçileri okuyarak kafamdaki sorulara cevap bulmaya çalıştım. Bu minvalde Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı’yı tercih ediyorum. Bu insanların dünya görüşleri benimle uyuşmasa da adamlar işlerini düzgün yapan, siyasi düşüncelerini eserlerine karıştırmamaya çalışan tarihçilerdir.
Elbette siyasi düşüncelerini eserlerine hiç karıştırmadıklarını da söyleyemeyiz. Zaman zaman yaptıkları yorumlarda siyasi düşüncelerini eserlerine karıştırsalar da bunu okuyucuyla paylaşma cesaretinde bulunacak kadar da objektif davranmışlardır.
Soner Yalçın gibi Kadir Mısıroğlu gibi tarihçilerin yaptığını yapmamışlar. Soner Yalçın’ın yazdığı kitapların da büyük bir kısmını okudum. Adam kitap değil fikrini yazmış. Sadece tarihi olayları kendi idealine göre yorumlayıp kitap haline getirmiş. Kadir Mısıroğlu’nu ise hiç okuma gereği dahi duymadım. Yazdıklarının çoğu doğru olmasına rağmen olayları provoke edercesine kamuoyuna yansıtması beni ciddi anlamda rahatsız ettiğinden kitaplarını okuma gereği duymadım.
Özellikle tarih yazan ilim adamları o kadar büyük vebal altındadır ki anlatamam. O kitaplar nesiller boyu insanların okuyup istifade edeceği, kendilerinden önce yaşayan insanlarla ilgili kanaatlerinin oluşacağı göz önüne alındığında namaz kıldıran imamların abdestsiz namaz kıldırmalarından daha büyük günahlarının olduğunu düşünenlerdenim.
Neden böyle düşündüğüme gelince; abdestsiz namaz kıldıran imam peşindeki üç beş cemaate kıldırdığı namazın hesabını Allah’a verecek ama yanlış tarih yazan insanlar yazdıkları kitapları kıyamete dek okuyan insanların hesabını Allah’a verecekler.
Örneğin Sultan Vahdettin’i vatan haini olarak yazan sözde tarihçiler bunun vebalini kıyamet sabahına dek kitaplarının her okunmasından aldıkları günah kadar ödeyeceklerdir. Sultan Abdülhamid değil vatan haini vatanı için her türlü fedakarlığı yapmış, ama bazı hataları yüzünden sadece saltanatı değil, ülkesini kaybederek İtalya’da sefil bir biçimde hayata veda etmiştir. Vatanperver bir padişahtı.
Murat Bardakçı yazdığı altı yüz küsür sahifelik ‘Şahbaba’ kitabında bu gerçekleri öyle güzel dile getirmiş ki anlatamam. Bu yüzdendir ki Murat Bardakçı’yı takdir etmekle kalmıyorum, ona buradan şükranlarımı sunuyorum.
Adam tarihi gerçekleri ortaya koymak için bıkmadan usanmadan, yıllarca çalışmış, Avrupa’nın neredeyse yarısını gezip Osmanoğulları’ndan yaşayanları bulup onlarla söyleşiler yapmış, tarihi hakikatleri ortaya çıkarmıştır.
Doğrusunu ararsanız aklımdan okuduğum kitapları buradan sizlerle paylaşmak da geçmiyor değil. Şahbaba, Son Osmanlı Mehmet Osmanoğlu, Efendi, Beyaz Türkler gibi okuduğum kitaplar arasında enteresan bulduğum eserlerin özetini çıkarıp buradan sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak buna işlerimin yoğunluğu izin vermiyor. Zaman buldukça buradan kısa kısa sizlerle paylaşacağım.
Keşke tarih okuyan arkadaşlarımız bu minvalde bir köşe yazsalar ve o köşe sadece tarihin akışını ve gerçekleri anlatsa diye düşünüyorum. Ancak toplum olarak magazine düşkün olduğumuzdan bu tür yazıların ne kadar az okunacağını az çok bildiğimden böyle bir çalışma yapmaya da cesaret edemiyorum.
Bu kadar hasbihalden ve bilgilendirmeden sonra gelelim asıl anlatmak istediklerime.
Son günlerde dünyanın ve ülkemizin gündeminde Kudüs, Ortadoğu ve İslam aleminin bu konudaki tutarsızlığı var. Bu konuda üç beş kelam etmek gerektiğine inandığımdan bugünkü yazımı bu konuya ayırma gereği duydum.
Kudüs, 401 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında kalmış, Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların ortak mabedi olan bir mekan. Bu mekân 144 dönüm arazi içerisinde bulunan bir yerleşke. Bu işin coğrafi ve inanç boyutu.
Tarihi boyutuna gelindiğinde; Filistin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma noktasına geldiğinde İngilizlerin Filistinlileri ve Arap halkını Osmanlı’ya karşı isyan ettirirken bu işin önderliğini Şerif Hüseyin denen Arabistan Emirinin yaptığını da unutmamak lazım.
1916 yılında bağımsızlığına kavuştuğunu zanneden Filistin’in otuz küsür yıl bağımsız kaldığını, hatta o dönemde de bağımsız değil İngilizlerin hegemonyasında kaldıklarını ondan sonra da İsraillilerin boyunduruğunda yıllarca çile, cefa, zulüm altında kaldıklarını düşündüğümüzde Filistin halkının da çok masum olmadığını, yaptıkları hataların bedelini çok ağır bir biçimde ödediklerini ve bu esnada da yanlarında dün isyan ettikleri ecdatlarının torunlarının olduğunu unutmamak lazım.
Zaman zaman düşünüp de cevabını bulamadığım bazı sorular var. Bu sorulardan birisi de Arap yarımadasının asırlardır neden sürekli acı ve çile çektiğidir. Bunun ilahi bir imtihan mı yoksa bu yarımadada yaşayan insanların geçmişte Peygamberlerine yaptıkları zulümleri torunlarının ödemesinden ibaret olduğundan mı anlamış değilim.
Umarım Allah’ın onlara verdiği bir imtihandır. Zira imtihandan başarılı çıkar iseler baki dünyada işleri kolay. Farklı ise işte bu çok kötü.
Rabbimden bu insanların bir an önce bu sıkıntıdan kurtulmalarını diliyorum. Ancak bu işler salatı selam getirmekle, ebabil kuşlarını beklemekle de olmaz.
Merhum Erbakan Hoca’nın dediği gibi “Ebabil kuşları gelse Müslümanlara taş atar” haberimiz ola. Kalın sağlıcakla
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.