ÜZÜCÜ GELİŞMELER
Bir yılı daha geride bırakıp yaşlılığa daha çok yaklaştığımız yılbaşında eğlenenlere ne demek lazım bilemiyorum, Allah yaptığımız günahları affetsin inşallah bir daha yapmayız diye tövbe etmek yerine şampanyaların patlatıldığı, sevinçten silahların atıldığı bir ülkede yaşamak gerçekten enteresan bir durum. Ancak asıl konumuz bu değil, son günlerde Dünya’da ve ülkede yaşanan bazı üzücü gelişmeleri bugün ele almak istiyorum. Önce ülkemizde olup bitenlerden başlayalım, daha sonra da Dünyadaki gelişmeleri ele almaya çalışırız. AK Parti ilk kurulduğu gün ülkede yaşayan muhafazakâr insanların içerisinde bulunduğu sıkıntıyı pek çoğumuz çok iyi biliyoruz. İmam Hatip Okullarının hem altının hem üstünün, yani ilkokuldan sonra İmam Hatip’e gitmek isteyenlerin de liseden sonra üniversiteye gitmek isteyenlerin de önü kesilmişti. Olay sadece bununla da sınırlı değildi. Başörtüsü yasağı neredeyse sokakta bile kamusal alan diye yasak edilmeye çalışılıyordu. Sizin anlayacağınız muhafazakâr insanlar adeta nefes alamaz hale gelmişti.
AK Partinin kuruluşu özellikle bu insanlar için yani bizler için bir kurtuluş vesilesiydi, yapılan ilk seçimde de bu durum sandığa yansıyıp AK Parti yüzde 35 oy alarak tek başına iktidar olmuştu. Ak partinin kuruluşunda yer alan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Hüseyin Çelik gibi isimlerle yola çıkmıştı ve toplum olarak bizlerde bundan fevkalade memnun olmuştuk. Bu insanların tamamı Bakanlık, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı makamlarına getirilip hem hizmet etme imkânları olmuş, hem de onurlanmışlardı. Ancak gelinen noktaya bakıldığında gerçekten üzülmemek mümkün değil, Tayyip Erdoğan’ın ilk yol arkadaşları olan bu insanların hiç birisi yanında olmadığı gibi ağır ağır karşı saflara geçmeye başlamaları ülkemiz açısından sıkıntıların başladığı nokta olduğunu da unutmamak lazım.
Her iktidar zamanla aşınır, liderlerin yanlarındaki yol arkadaşlarının bir kısmı şu veya bu şekilde küser ayrılır ama sonuçta o siyasi parti de iktidardan düşer lider de iktidarı bırakmak zorunda kalır. Bunu derken bu insanları tasvip ettiğimi veya onlara destek vereceğim anlamına asla gelmemeli, zira ben o insanlarla ne geçmişte oldum, ne de bundan sonra olurum. Ancak bazı gerçekleri görmezlikten gelmek hakikati inkâr etmek anlamına gelir. Bu insanlarla düne kadar kader birliği yapıp, bugün hain dersek kendimizi inkâr etmiş oluruz. Bu insanlarda yıllarca makam ve mevkilerin her türlüsünün tadını almışlar, ömürlerinde göremeyecekleri makamları bu partinin ve liderinin sayesinde görmüşler. Şimdi koltukları bıraktıkları için yeniden parti kurmak veya farklı arayışlara girmeye kalkmaları onları büyütmez küçültür ama olan ülkeye olur. Herkes aklını başına alıp, başını iki elinin arasına koyup nefsini de bir kenara bırakarak düşünmek zorunda, aksi halde bade harabülbasra iş işten geçer ve hepimiz bundan ziyadesiyle üzülürüz. Bu konuyu burada bitirerek geçelim diğer konumuza.
1979 yılında İran’da İslam Devrimi olduğunda İmam Hatip Lisesi’nde öğrenciydim ve Salih Parlak hocayla özel Arapça ve Tefsir dersleri okuyorduk devrimin olduğu ilk günlerde sevinmiştik ancak daha sonra kurulan İslam Cumhuriyetinin din devleti değil mezhep devleti olduğunu anlayınca sevincimiz kursağımızda kalmıştı. O gün bu gündür ne İmam Humeyni’yi ne de ondan sonra gelen devlet adamlarını, Ayettullahları ve Mollaları sevmedim. Sadece ben değil ülkemizde yaşayan İmam Hatip kültürü almış insanların yüzde doksanı ve Milli Görüş kökenli siyasetçilerin başta merhum Erbakan hoca olmak üzere tamamı İran İslam Cumhuriyeti’ne mesafeli durdular. Sadece bazı radikal İslamcılar İmam Humeyni’yi ve İran Devrimini tasvip ettiler, hatta bir kısmı Meşhed’e gidip İmam Humeyni’ye biat ettiler ama bunların sayısı onlarla ifade edilecek kadar çok azdır.
Ancak, bugün gelinen noktayı bir Müslüman olarak değerlendirmemiz gerekirse ABD önce Irak’ta Saddam’a zalim dedi onu devirdi biz de alkışladık, ardından Mısırda seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi devirdi AK Parti bağırdı çağırdı ama elinden bir şey gelmedi.
Ardından Libya’da Saddam’ı linç ettirdi derken Ortadoğu’da Arap Baharı adı altında tüm İslam ülkelerini perişan etti. Ama dikkat ederseniz Suriye’de Beşar Esad’a dokunmadı ve orada bir milyonun üzerinde Müslüman katledildi. Şimdi de gözünü İran’a dikip oradaki rejimi değiştirip kafasına göre bir kukla getirmeyi planlıyor. Bu şerefsizler sadece ve sadece Müslüman kanı akıtıp, Müslümanları sömürmenin ötesinde en ufak bir şey yapmadıkları açıkça ortada olduğuna göre bize düşen de mezhebine, meşrebine bakmadan İran’ın yanında olmaktır, zira bölgede yıkılmayan iki güçlü Devlet kaldı, biri Türkiye diğeri İran. Bu iki ülkeyi de hallederlerse sorun kökünden çözülüyor ve dünyayı sömürmeye ve zulme devam edecekler, o halde bize düşen sonuma kadar İran’ın yanında olmaktır. Bu konuda hükümetin tavrını da beğeniyorum, umarım bu oyun bozulur. Allah zalimlerin sonunu getirsin diyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.