ÜZÜLMEMEK NE MÜMKÜN

Her zaman olduğu gibi bugün de iki hususa değinmek istiyorum. Konularımızdan ilki Başsavcımızın Diyarbakır’a atanması. Bu atamaya ülkem adına sevindim ama şehrim adına üzüldüm. Bu atama şehrimiz adına bir kayıp ama ülkemiz adına bir kazanç oldu. Zira Başsavcımızın mesleğinde ne kadar başarılı olduğu ortada. Terörün en yoğun olduğu bölgeye böyle becerikli, cesaretli ve halk adamının atanması Devlet adına doğru bir tercih. Ama son on beş yılda bu şehre gelen Başsavcıları yakından tanımış birisi olarak en kaliteli, en mütevazı ve en inançlı Başsavcının bu Başsavcı olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda şehrimiz adına bir kayıp olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kendisi iyi bir yargı mensubu olmanın yanında iyi bir dava adamı ve mütevazı bir Müslüman. Gerektiğinde Devletin en üst bürokrasisinde görevini yapar, gerektiğinde de site camii altındaki çay ocaklarında oturur çay içer, bunu yapmak herkese nasip olmaz. Kendisine yeni görev yerinde başarılar dileyerek başka bir konuya  geçmek istiyorum.

 

2002’de yaşanan Bankaların hortumlama kriziydi, şimdi yaşanan kriz ise Belediyelerin hortumlanma krizidir. Bu gerçeği yazarken hem üzülüyorum hem de dünya görüşümden olan  bu insanların yaptıklarından utanıyorum. Ancak bu gerçekleri yazmadan da yapamıyorum. Zira bu milletten toplanan vergilerin bu kadar futursuzca ve hoyratça harcanması beni derinden yaralıyor. Elimizdeki belgeleri görseniz aklınız şaşar. Yeme, içme, ağırlama, tanıtım gibi hizmetlere verilen paralarla topluma hizmet yapılsaydı emin olun Belediyelerin en ufak işi kalmazdı. Bir ilçe Belediyesi sadece beton satın alınmasına tamı tamına altmış milyon lira para ödemiş. Altmış milyon liralık betonla değil o ilçenin köylerinin yolları, şehrin tamamının köy yolları beton yapılırdı. Büyükşehir Belediyesi’nin son beş yılda sadece Tramvay Gazetesi’yle gayri resmi sahibi olduğu gazeteye ödediği para on milyon liranın üzerinde bir para. Vezir Hazretleri de hiç utanmadan ilçe ilçe dolaşıp iftarlar açıyor. Zihni Şahin döneminde Belediyeye alınan tamı tamına dört yüz işçinin Belediyeye maliyeti aylık iki milyona yakın bir rakam. Yetmedi, özel kalemin on bir aylık temsil ve ağırlama gideri altı  milyon lira. Sadece bir reklam firmasına kestirilen fatura üç milyon liranın üzerinde bir rakam. Bu gerçekleri görmezlikten gelip, hamaset yapmanın âlemi var mı onu da siz takdir edin.

 

Olaylara hakkaniyet ölçüsünde bakmazsak bu yapılanlara biz de ortak olmuş oluruz. Geçmişte bu bilgilere sahip olsaydık emin olun ortalığı ayağa kaldırırdık ama maalesef bu bilgileri öyle saklamışlar ki aklınız durur. Denetim komisyonlarına bu harcamaların hiçbir tanesi gösterilmemiş. İtiraz eden meclis üyeleri ya bir daha komisyonlara konmamış veya baskı yapılıp susturulmuş. Mustafa Demir benim babamın oğlu değil ama adamın elinde sihirli değnek yok. Bu açıkları kapatmak için suyada zam yapacak, ulaşıma da zam yapacak, işçi de çıkaracak ki Belediye ayakta kalsın. Yoksa durum çok vahim haberiniz olsun. Sadece Büyükşehirde mi durum böyle dersiniz? Elbette değil. İlkadım’da, Atakum’da ve Canik’te de durum aynısı. Hele Canik’te durum o kadar vahim ki anlatamam. Osman Genç İller Bankası’ndan yapılan borç kesintisinden kalan parayı da özel Bankalara teminat verip on iki milyon lira kredi kullanmış. İşçilere maaş ödemek için dışarıdan para bulmak zorundalar. Atakum’daki imar inşaat şirketi hakeza öyle, İlkadım’da da durum çok farklı değil. Sizin anlayacağınız yeni Başkanların işi çok zor.

 

Yaz olması hasebiyle Çatalçam’da oturmaktayım. Çatalçam’da oturan vatandaşlar ısrarla sahile gidip bakmamı oradaki rezaleti haber yapmamı söylediler ve bana enteresan fotoğraflar attılar. Deniz yosun bağlamış, pislikten ve kokudan oralarda durmak mümkün değil. Zaten cumartesi günü de sivil toplum kuruluşları orada eylem yaptılar. Olayın aslı astarı nedir bir araştırayım dedim, karşıma enteresan bir tablo çıktı. Nedir o tablo derseniz; aylar öncesinde polis okulunun kanalizasyonu patlamış. Okulun kanalizasyonu denize akıyormuş ve bunu Büyükşehir’deki yetkililer de biliyormuş ama arıza çok büyük olduğundan hiç ilgilenmemişler. Deniz pislikle dolmuş, etrafa pis kokular yaymış, yosun bağlamış ve vatandaş da perişan olmuş. Pekii, bunun suçlusu da Mustafa Demir mi? Elbette değil. Ta Vezir Hazretleri döneminde olmuş bu arıza ama kimse ilgilenmemiş. Herkes aday olmak ve seçim kazanma derdine düşmüş. Konuşmaya sıra gelince de Halkın yanında olmaktan dem vuruyorlar. 

 

Üzülerek ifade etmek gerekirse bunu yapanlar geçmişte benim de görev yaptığım Ak Partili yöneticiler. Şimdi ben bunların neresini savunacağım, nasıl arkalarında duracağım, var mı böyle bir dünya? Bizim matbaamız, CTP makinamız, kısıtlı personelimiz ve bizzat işin başında kendim olmama rağmen kendi imkânlarımızla dönüşebilmek için her ay didinip dururken, baskılarını dışarıda yaptıran, lazım olanın iki üç katı personel çalıştıran, genel yayın yönetmenlerine yüksek maaşlar veren gazeteler öyle hoyratça paralar harcıyorlardı ki aklınız şaşar. Bu paraları nereden buluyorlardı derseniz, tamamı Belediyeleri söğüşleyip ağalar, paşalar gibi yaşıyorlardı. Şimdi yeni Başkanlar buna dur deyince onlardan kötüsü yok. Ben bir basın mensubu olarak Başkanların bu uygulamalarının sonuna kadar arkasındayım. Milletin parasını basına vermek millete ihanettir, elbette basına destek olmak lazım ama onun da bir ölçüsü var. Hakkaniyet ölçüsünde verirsiniz ama geçmişteki uygulamalara bakınca insanın vicdanı sızlıyor. 

 

Belediyelerin durumu böyleyken önümüzdeki dönemde daha sert tedbirlerin alınacağı kanaatindeyim. Keşke olmasa ama bu işlerin içinden gelmiş bir kardeşiniz olarak az çok perşembenin gelişini çarşambadan görüyorum. Bugünlük de bu kadar, kalın sağlıcakla.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
17 Yorum
Adnan Bahadır Arşivi
SON YAZILAR